Duyurular

 Peygamber Efendimiz’in İslam’a Davet Mektupları

Peygamber Efendimiz’in İslam’a Davet Mektupları

Peygamber Efendimiz'in İslam'a davet mektubu gelen hükümdarlar kimlerdir?

İşte Hz. Muhammed'in (sav) İslam'a davet mektupları...

Mekke müşrikleriyle imzalanan Hudeybiye Antlaşması'yla sağlanan barış ortamından istifade eden Hz. Peygamber döneminin güçlü hükümdarlarına ve Arap emirlerine mektuplar göndererek onları İslâm'a davet etti.

Bütün insanlığa gönderilmiş bir “Resûl” olan Peygamber Efendimiz, Hudeybiye Muâhedesi'nden sonra, uzak-yakınlara ulaşabildiği bütün ülkelerde İslam'a dâvete başladı. Zîrâ ilahî emir bu yöndeydi:

“(Resûlüm!) De ki: Ey insanlar! gerçekten ben size sizleri bekliyoruz, göklerin ve yerin sâhibi olan Allâh'ın elçisiyim...” (el-A'râf, 158)

“Ey Resûl! Rabbinden Sana indirileni (bütün insanlara) teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan, O'nun (Sana dünyasında) peygamberlik vazîfesini yapmamış olursun! Allâh Sen'i detaylardır...” (el-Mâide, 67)

“Biz Sen'i bütün insanlar için bir müjdeci ve Allah'ın azâbıyla birlikte olmak üzere gönderildik. Lakin insanların pek çoğunu bunu bilmezler.” (Sebe', 28)

Allah Resûlü'nün dünyâ devletlerini İslâm'a dâveti, yazılı mektuplar vâsıtasıyla oldu. Bu mektupların en meşhurları, altı veya sekiz tânedir. Resûlullâh ona bir mektubu, güzîde sahabîlerinden birine vererek yol vermiştir. Fahr-i Kâinât Efendimiz hükümdarlara mektup yazdırmak istedide, ashâb-ı kirâm:

“–Yâ Resûlallah! Onlar bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, gümüşten bir yüzük yaptırdı. Üç satır halinde “Allâh-Resûl-Muhammed” kelimelerini nakşettirdi ve bu yüzüğü mektuplarında mühür olarak kullanıldı. [1]

Yüzüğün üzerine “Muhammedün Resûlullâh” terkibi nakşedilmiş oluyordu, ancak tâzîmen “Allâh” ism-i celâli en üstte, “Resûl” arada ve “Muhammed” ismi de alt satırda yer alıyordu.

1. HERAKLİUS'UN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

 

 

 

Persleri mağlûb eden Bizans imparatoru Herakliyüs, zafer dönüşü Sûriye'de yer aldığı sırada, Hazret-i Peygamber'in İslâm'a dâvet eden mektubu Ashâb-ı kirâmdan  Hazret-i Dıhyetü'l-Kelbî  ile Bizans imparatoru Herakliyüs'e gönderildi. (Muharrem 7/Mayıs 628).

Bu mektuba kızmaktan ziyâde, ona alâka kazanan ve bilhassa bu teblîğin mâhiyetini merak eden Bizans imparatoru, bu konuda suâl sorabilmek için Hazret-i Peygamber'in hemşehrilerinden bâzılarının dahil edilmesini önerdi.

O sıralarda Hazret-i Peygamber'in en azızlı düşmanlarından biri olan Ebû Süfyân da Mekkeli tâcirlerin başında Şam'a giden bir kâfilede bulunuyordu. O zaman Hazret-i Peygamber ile Kureyş, mütâreke hâlindeydi. Herakliyüs'ün adamları onlara rastladılar ve imparatorluğun huzûruna çıkardılar. Herakliyüs ve beyler, İlyâ'da, yâni Beytü'l-Makdis'te idi. Orada Rumların ileri gelenlerinin bulunduğu bir sırada, Herakliyüs onları huzûruna kabûl etti ve bir tercüman taşınması gerekirdi. Herakliyüs'ün emri üzerine, tercüman:

“–Peygamberim diyen bu zâta neseben en yakın olan hanginizdir?” diye sordu. Ebû Süfyân:

“–En yakını benim!” dedi. Bunun üzerine Herakliyüs:

“–Onu ve arkadaşlarını yanıma seçeneğini seçin! Yalnız, ben konuşurken, onlarla birlikte bulunsunlar!” dedi. Sonra tercümana döndüğünde dedi ki:

“–Bunlara söyle; ben O zât hakkında bu adama bâzı şeyleri soracağım. Bana yalan söylerse; «Yalan söylüyor!» desinler!”

Aslında; “Vallâhî, kardeş yalan söyledimi ötede beride diyorlar diye utanmasaydım, O'nun hakkında yalan söyledim!” diyen Ebû Süfyân, sonraki konuşmaları şöyle nakleder:

Bundan sonra Herakliyüs'ün bana sorduğu ilk suâl şu oldu:

“–İçinizde O'nun nesebi nasıldır?” Ben:

“–O'nun içimizdeki nesebi pek büyüğü!” dedim.

“–Sizden, bu sözü (Peygamberlik iddiâsını) ondan önceki gelişmeler hiç kimse var mı?” dedi.

“–Yoktu.” dedim.

“–Âbâ ve ecdâdı içinde hiç melik olan var mı?” dedi.

“–Hayır!” dedim.

“–O'na tâbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakada saklanmış mı?” dedi.

“–Alt tabakadır.” dedim.

“–O'na tâbî olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı?” dedi.

“–Artıyorlar...” dedim.

“–İçlerinde O'nun dînine işlemi yapıldıktan sonra beğenmezlik yapıp de dîninden dönen var mı?” dedi.

“–Yoktur!” dedim.

“–Bu iddiâda bulunmazdan evvel, O'nu hiç yalancılıkla ithâm etmiş miydiniz?” dedi.

“–Hayır!” dedim.

“–Hiç sözünde durmadığın oldu mu?” dedi.

“–Hayır! Verdiği şarkı sözü tutar, ancak biz şimdi O'nunla bir antlaşma halindeyiz. Bu süre zarfında ne öğrenme eğitimi!” dedim. O'nu kötülemek için araya sokacak bundan başka söz bulamadım!

“–O'nunla hiç savaştınız mı?” dedi.

“–Evet.” dedim.

“–Bu savaşlar nasıl sonuçlandırılır?” dedi.

“–Bâzen O bizi mağlûb eder, bazen de biz O'nu!” dedim.

“–Peki, size neler emrediyor?” dedi.

“–Bize; «Yalnız Allâh'a ibadet edin, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayınız; Atalarınızın ibâdet ettiği putları terkediniz!» diyor. Namazı, iffetli ve nâmuslu olmayı ve sıla-i rahmi emrediyor.” dedim. Bunun üzerine Herakliyüs, tercümana dedi ki:

“–Ona söyle; O'nun nesebini sordu, içinizde soyunmanın pek yüce olduğunu söyledi. Peygamberler de zâten böyle, kavimlerinin soyluları içinden gönderilir.

İçinizden, O'ndan önceki bu iddiâda başka kimse var mıydı, diye sordum. Hayır dedin. O'ndan önce bu iddiâda bir başka kimse olsaydı, onu örnek alıyor, derdim.

Âbâ ve ecdâdı içerisinde hiç melik olan var, diye sordum; hayır dedin. Ecdâdından melik olan biri varsa, kardeşi mülkünü geri çalışmaya çalışıyor, derdim.

Bu iddiâda bulunmadan önce, hiç O'nun yalan söylediğini gördünüz mü, diye sordum; hayır dedin. Ben bilirim ki, insanlara karşı yalan söylediğin bir kimse, Allâh hakkında da yalan söylemez!

O'na tâbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakalarda saklanmıştı, diye sordum. Alt tabaka olduğunu söyledin. Zâten başlangıçta peygamberlere tâbî olanlar da bu tip kimselerdir.

O'na tâbî olanlar, artıyorlar mı, eksiliyorlar mı, diye sordum; artıyorlar dedin. Hak dinlerin bir husûsiyeti de tâbîlerinin büyümesidir.

İçlerinde O'nun dînine uygulandıktan sonra beğenmeyip de dîninden dönen var mı, diye sordum; hayır dedin. Îman sâyesinde meydana gelen inşirâh da kalbe girince kökleşince böyle olur.

Hiç sözünde durmadığı oldu mu, diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler.

O'nunla hiç savaştınız mı, diye sordum. Savaştığınızı ve bazen O'nun sizi yendiğini, bazen de sizin O'nu mağlûb yaptığınızı söyledin. Zâten peygamberler de böyledir: İbtilâlara uğratılırlar, sonunda güzel âkıbet onların olur.

Size ne emrediyor, diye sordum. Yalnız Allâh'a ibâdet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı zorunlu kıldığını, putlara tapmaktan nehyettiğini, keza namazı, kaldığını, iffet ve nâmusu kullanıldığını söyledin.

Eğer bu dediklerin doğru ise O zât, çok yakın bir zamanda şu ayaklarımın bastığı esas bile hakim olacaktır. Zâten ben bu Peygamber'in zuhûr malı bilirdim, fakat senden elastikiyetini tahmîn etmezdim. O'nun huzûruna varabileceğimi bilsem, kendisiyle görüşebilmek için her türlü zahmete dayanabildim. Orada olsaydık, ayaklarını yıkardım.”

  • Hz. Muhammed'in (sav) İmparator Heraklius'a Mektubu

Ondan sonra Herakliyüs, Dıhye aracılığıyla Busra emîrine gönderildi ve kendisine iletilen Hazret-i Peygamber'in mektubunu istedi. Mektubu gelen adam, onu Herakliyüs'e verdi. O da okudu. Mektup yazılmıştı:

“Allâh'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den, Romalıların yaşlı Herakliyüs'e!..

Hidâyete tâbî olanlara selam olsun! Ben seni İslâm'a dâvet ediyorum. İslâm'a gir ki, selâmete eresin ve Allah da sana ecrini iki kat versin! Kabûl etmezse, (teb'an olan) çiftçilerin günâhı senin sorumluluğunadır.

«De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd'e) geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh'ı bırakıp kimimizi kimimizi ilahlaştırmasın! Eğer yüz çevirirse, işte o zaman; «Şâhid olun ki, biz müslümanlardanız!» diyorsunuz!» (Âl-i İmrân, 64)”

Ebû Süfyân der ki:

“Herakliyüs diyeceğini demeyi ve okumayı okumayı sona erdikten sonra, bir gürültü aldı; onlar yükseldi. Bunun üzerine bizi dışarı çıkardılar. Arkadaşlarıma dedim ki:

«–Ebû Kebşe'nin oğlu'nun [2]  işi iyice büyüdü. Baksanıza Benî Asfar Melik'i (Herakliyüs) bile O'ndan koruyun!..» İşte o zamandan beri, O'nun yakında başarıya ulaşacağına olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Ve sonunda Allah, bana da İslâm'ı nasîb etti...”

Herakliyüs, cemaatinin ileri gelenlerini huzûruna dâvet etti. Kendine ait sarayların birliğinde toplananlar. şunlar:

“–Ey Rum cemaati! Ebedî olarak özgürlüğünüze ve şu saltanatınızın bekâsına ne oynayabilirsiniz?” dedi. (İslam'a girmelerini teklif etti.) Bunun üzerine, hep birden vahşî eşekler gibi ürküp kapılara koştular. Ancak bütün kapıların kapatılmış olduğunu gördüler. Herakliyüs, süreç devletinin erkânının İslâm'a girmeye yanaşmadığını anlayınca onları geri çağırdı ve söylediği sözlerin hakîkatini değiştirerek:

“–Ben, Hıristiyanlık'taki sebat ve kararlılığınızı görmek için sizi imtihân uyguladınız. Sizde bu haliyle hoşuma gitti!” dedi. Bunun üzerine devlet erkânı ona secde ettiler ve ondan memnûn oldular. (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1, 5-6, Îman 37, Şehâdât 28, Cihâd 102; Müslim, Cihâd 74; Ahmed, I, 262)

Bizans İmparatoru Herakliyüs, önüne kadar gelen İslam nîmetini bizzat müşâhede edip tam da hakîkati ifadeşken, dünyâ menfaatlerinin ağır basması netîcesinde bu büyük fırsat teperek, ebedî bir devlet ve saâdeti ziyân etti.

2. KİSRA'NİN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

 

 

 

Hz.Muhammed tarafından İran Kralı II. Hüsrev'e (590-628) yazdığı ve onu İslam'a (parşömen) davet eden mektup. 1962'de Henri Pharaon tarafından keşfedildi; ( Dr Salahuddine al-Munajjid tarafından onaylanan özgünlük;)  1974'te Beyrut'ta Musee Nicolas Ibrahim Sursock'ta sergilenen el yazması; 

"Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!"

"Doğru yolda gidenlere, Allah'a ve Peygamberine iman edenlere, bir Allah'tan başka ilah olmuş, Onun hiçbir arkadaşı da bulunmuyorna ve Muhammed'in Onun kulu ve Resûlüne şehadet edenlere selâm olsun!"

"Ben, seni İslâma dâvet ediyorum. Çünkü ben; bütün insanlara  'hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azap sözü olması için)'  peygamber olarak gönderildim."

"Müslüman ol ki, selâmete eresin! Eğer, dâvetimden yüz tercümersen, mecusî kavminin günahı senin sorumluluğuna olsun!" 289

 

İran Kisrâsı'na gönderilen mektubu da  Hazret-i Abdullâh bin Huzâfe  götürdü. Ancak Kisrâ, Herakliyüs gibi davranmadı. Mektupta Hazret-i Peygamber'in mininin kendi isminden evvel yazılmasına da kızarak o mübârek nâmeyi yırtmak istedi ve elçiye ağır hakâretlerde bulundu.

Abdullah, Kisrâ ve adamlarına şöyle hitâb etti:

“–Ey Fars cemaati! Bunların peygambersiz, kitapsız ve dünyanın ancak elinizde bulunan bir bölüm hakimi olarak sayılı günlerinizi yaşayabiliyorsunuz ve bir rüyâ hayâtı yaşıyorsunuz! Hâlbuki katmanının hakiminin olamadığınız kısmı daha dayanıklıdır.

Ey Kisrâ! Senden önce güzel dünyâyı veya âhireti arzu eden hükümdarlar gelmiş ve hüküm sürmüşlerdir. Onlardan âhireti isteyenler, dünyâdan da nasiplerini almışlardır. Dünyâyı arzulayanlar ise âhiret nasiplerini kaybetmişlerdir. Sana teklif ettiğimiz bu dîni küçümsüyorsun ama, vallâhi nerede olursa olsun, küçümsediğin şey geldiğinde ondan korkacak ve korunamayacaksın!”

Kisrâ da cevâben mülk ve saltanatının kendisine münhasır olduğunu, ne yenilgiye uğramaktan ne de kendisinde bir sorun çıkmasından korkmadığını söyledi. (Süheylî, VI, 589-590) Daha sonra da adamlarına Abdullah bin Huzâfe'nin dışarı çıkarılması gerekirdi.

Abdullâh, Kisrâ'nın huzûrundan çıkar-çıkmaz hayvanına binip Medîne'nin yolunu tuttu. Kendi kendine:

“Vallâhi, benim için iki şekilde (ölüm veya kurtuluş) hangisi olursa olsun gam çekmem. Resûlullâh'ın mektubunu yerine ulaştırmış ve vazîfemi yapmış bulunuyorum.” dedi. (Ahmed, I, 305; İbn-i Sa'd, I, 260, IV, 189; İbn-i Kesîr,  el-Bidâye,  IV, 263-6; Hamîdullâh,  el-Vesâik,  s. 140)

  • Peygamberimizin Mucizesi

Kisrâ'nın, mektûbu yırttığını ve İslâm dâvetine karşı menfî bir tavır takındığını öğrenen Allâh Resûlü:

“–Allah’ım! Sen de onun mülkünü öylece parça parça et!”  buyurdu. (Buhârî, İlim, 7; İbn-i Esîr,  Üsdü'l-Gâbe,  III, 212)

Nitekim Allâh Resûlü'nün bu mûcizesi, “Hulefâ-i Râşidîn” devrinde gerçekleşti ve Kisrâ'nın toprakları tamâmen Müslümanların eline geçti.

Kisrâ, Yemen vâlisi Bâzan'a bir yazı göndererek Hazret-i Peygamber'i kendisine getirmesini istedi. Bâzan'ın elçileri Allâh Resûlü'ne geldiler. Durumu bildirip bir mektup verdiler. Âlemlerin Efendisi mektubunu okuduca yürüdü. Elçileri İslâm'a dâvet etti. Bâzan'ın elçileri Peygamber Efendimiz'e:

“–Eğer benim gibi gelmeyeceksen, vâli Bâzan'ın mektubuna cevap yaz!” dediler. Allah Resûlü, Cenâb-ı Hakk'ın vahyi üzerine onlara şöyle dedi:

“–Allah Teâlâ, Kisrâ'ya oğlu Şîreveyh'i musallat etti. Şîreveyh onu filân ayda, filân gecede ve gecenin de filân filân masrafları geçince öldür!”  Elçiler şaşırdılar ve:

“–Biz Sen'den işittiğimiz bu sözü yazıp vâliye haber verelim mi?” dediler. Peygamber Efendimiz:

“– Evet! Benden işittiklerinizi ona haber veriniz! Hem de ona deyininiz ki: «Benim dînim ve hakimiyetim, Kisrâ'nın mülk ve saltanatının ulaşana kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak basacakları en uzak kadar uzanacaktır!» Bunu da bildiriniz: «Eğer sen Müslüman olursa, kimliğin altında bulunan yerleri sana değiştirebilirsin! Seni, Ebnâlardan, yani Yemen'deki Farslılar'dan olan kavmine hükümdar olacağız! »”  buyurdu.

Bâzan, bunları haber alınca:

–Vallâhi, onun sözü hükümdar sözü değildir! Ben öyle sanıyorum ki bu zât, söylendiği gibi bir peygamberdir! Süreçlerin Kisrâ hakkında programların olduğu sözün netîcesini bekleyelim. Eğer bu husustaki söz doğru çıkarsa, o gerçekten Allah tarafından insanlar gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer doğru çıkmazsa, o zaman eksikliğini düşünürüz! dedi.

Elçilere dönerek:

“–Siz onu nasıl buldunuz?” diye sordu.

Elciler:

“–Biz, O'ndan daha heybetli ve mütevâzî, O'nun kadar hiçbir şeyden korkmayan, muhâfızları bulunmayan ve insanlar arasında yaya yürüyen bir hükümdar görmedik! Ashâbı, O'nun yanında seslerini yükseltmiyor, yüksek sesle konuşuyorlar...” diye gördüklerini hayran hayran toplanırken gördüler.

Şîreveyh'in babasının öldürdüğüne dâir mektubu geldiğinde baktılar ki, Allâh Resûlü'nün bildirdiği vakit, dakîkası dakîkasına devam ediyordu. Vâli Bâzan, Resûlullâh hakkında:

“–Bu zât muhakkak Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir!” Müslüman oldu. Aslen Farslı olup Yemen'de oturan Ebnâlar da Müslüman oldular. (İbn-i Sa'd, I, 260; Ebû Nuaym,  Delâil,  II, 349-350; Diyârbekrî, II, 35-37)

KİSRÂNİN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ

Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı. (Milâdî 628.)

Hükümdarları, İslama dâvet alan kararı Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashabdan Abdullah bin Huzâfe'yi de İran Kisrâsı Perviz İbni Hürmüz'e elçi olarak gönderdi.

İran'a varıp, saraya kabul edilen Hz. Abdullah bin Huzâfe, Peygamberimizin İslâma dâvet mektubunu bizzat Kisrâ Perviz'in eline teslim etti. Kisrâ mektubu kâtibine okuttu:

"Bismillahirrahmanirrahim! Allah Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü Kisrâ'ya!"

Bu hitap, Kisrâyı son derece gizledi. Mektubun devamının okunmasına ayrılmadan ve muhtevâsını öğrenmeden,  "Şuna bak! Benim kulum, kölem olan kişi -hâşâ- kalkıyor da bana mektup yazıyor."  Hz. Resûlullahın mübârek mektubunu alıp küstahça yırttı.286 da haddini aşarak elçi Abdullah bin Huzâfe'ye şöyle çıkıştı:

"Mülk ve saltanat bana mahsustur. Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan ne de bana ortak görünüşten dolayı asla endişem ve korkum yoktur!"

"Firavun, İsrailoğullarına hakim oldu. Siz büyüdükçe daha güçlüydü. Sizi üstün hakimiyetim adına almaya engel olacak ne var? Ben Firavundan daha iyi ve güçlüyümdür." 287

diye hitap etti ve onu çalıştıran kişileri çıkarttırdı.

Abdullah bin Huzâfe'nin Medine'ye Dönüşü

Hz. Abdullah bin Huzâfe, Peygamber Efendimizin İslâma dâvet mektubunu Kisrâya vermekle vazifesini yerine getirmişti. Bu sayede saraydan çıkartılır çıkartılmaz, hemen bineğine atlayarak Medine yolu devam etti.

O sırada Kisrânın öfkesi bir nebze dinmiş olacak ki, onu bulup getirmelerini adamlarına sunulacak. Ancak Hz. Abdullah uzakta kalmıştı.

Medine'ye gelen Hz. Abdullah, Peygamberimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri haber verdi. Peygamberimizin ellerini kısaltır Kisrâya şu şekilde beddua etti:

"Yâ Rabbi! Nasıl o benim mektubumu parçaladı, Sen de onu ve onun mülkünü parçaladı!" 288

Bu bedduanın tesiriyledir ki, Kisrâ Perviz'in oğlu Şireveyh hançer ile onu parçaladı. Sa'd İbni Ebî Vakkas Hazretleri ise, İran saltanatını param parça etti. Sasaniye'nin hiçbir yerde şevketi kalmadı.

Peygamberimizin Gönderdiği Mektup

Resûl-i Ekrem Efendimizin İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e dağıtılan İslâma dâvet mektubunun tam metni şu meâldeydi:

 

"Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!"

"Doğru yolda gidenlere, Allah'a ve Peygamberine iman edenlere, bir Allah'tan başka ilah olmuş, Onun hiçbir arkadaşı da bulunmuyorna ve Muhammed'in Onun kulu ve Resûlüne şehadet edenlere selâm olsun!"

"Ben, seni İslâma dâvet ediyorum. Çünkü ben; bütün insanlara  'hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azap sözü olması için)'  peygamber olarak gönderildim."

"Müslüman ol ki, selâmete eresin! Eğer, dâvetimden yüz tercümersen, mecusî kavminin günahı senin sorumluluğuna olsun!" 289

 

 

Kisranın Yemen Valisine Emri

Kisrâ, Efendimizin mübârek mektubunu yırtmakla da hiddet ve hırsını dindirememişti. Yemen valisi Bazan'a şu emri verdi:

"Duyduğuma göre, Kureyş'ten biri ortaya çıkmış, peygamberlik dâva ediyormuş. Sen güçlü, güçlü adamlarından ayrıldı. Onu bağlayıp getirsinler." 290

Vali Bazan emri yerine getirmekte gecikmedi. Peygamber Efendimize iki kişi gönderdi. Ellerine de Efendimizin gidip Kisrâya teslim olmasını emreden bir mektup verdi.

Babeveyh  ve  Hurre Husre  adındaki bu adamlar Medine'ye sığındılar Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna çıktılar. Babeveyh, Efendimize hitaben şöyle dedi:

"Kisrâ, vali Bazan'a yazı yazıp seni kendisine götürmek üzere sana adam göndermesini sağlar. Bazan da beni sana gönderdi. Eğer, benimle gelirsen Yemen valisi, Kisrâ'ya senin lehinde mektup yazar, seni bağışlar. Eğer, benimle gelmekten çekinirsen, Kisrâ seni de kavmini de yok eder, memleketini de yıkar."291

Sonra da Bazan'ın mektubunu verdi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Babeveyh'in anlattıklarını ve mektubun muhtevasını öğrendikten sonra yürüdük. Sonra da onları İslâmiyete dâvet etti.
Elçiler, Efendimizin huzurunda manevî heybetinden dolayı tir tir titriyorlardı. Ancak bunu hissettirmek için koruyuculu çalışıyorlardı.
Peygamber Efendimiz,  "Ne yapmak istersem boyutu haber veririm."  deyip onları huzurundan çıkardı.292

Ertesi gün Resûl-i Kibriyâ Efendimiz vahiy ile gelen şu haberi onlara iletti:

"Yüce Allah Kisrâya oğlu Şireveyh'i musallat kıldı. Şireveyh, onu filan ayda, falan gecede ve gecenin de falan saatinde öldürdü!" 293

Bu haber karşısında elçiler şaşkına dönüp kaldılar. Peygamber Efendimiz ayrıca onlara hitaben şöyle dedi:

"Bazan'a deyin ki: Benim dinim ve hakimiyetim, Kisrânın mülkü ve saltanatının uzanana kadar ulaşacaktır."

"Yine ona deyiniz ki: Eğer sen Müslüman olursa, şu anda idarede olduğu yerlerin sana değiştirilmesi. Seni Ebnalardan (Güney Arabistan'da yerleşen İranlılar) ortaya çıkan kavme hükümdar olur."294

Bunun üzerine Bazan'ın adamları Yemen'e geri döndüler. Olup bitenleri anlatıp, Peygamberimizden çıkacağını naklettiler. Vali Bazan, "Vallahi, bu hükümdar sözü değildir. Öyle sanıyorum ki, bu zât şöyle diyor, bir peygamberdir."295 demekten kendini alamadı. Daha sonra da adamlarına,  "Onu nasıl buldunuz?"  diye sordu.

Onlar, "Biz, ondan daha heybetli, hiçbir şeyden korkmayan ve muhafızsız bulunan bir hükümdar görmedik. Mütevazi ve yaya olarak halk arasında yürüyordu!" teslim ettiler.

Bazan, bir süre daha beklemeyi buldu. "Kisrâ hakkında projede olduğun sözün neticesini beklemeliyim. Eğer sözü doğru çıkarsa, o gerçekten Allah tarafından insanlar gönderilmiş bir peygamberdir. Şaayet, doğru çıkmazsa, o zaman gereğini alırız." dedi.296

Aradan birkaç gün gibi kısa bir zaman geçmişti ki, Kisrânın oğlu Şivereyh'ten Bazan'a şu meâlde bir mektup geldi:

"Ben Kisrâyı öldürdüm! Bu mektubum sana gelince, benim nâmı halkın bîatını al! Kisrânın sana yazdığı zât hakkında da yeni bir emrim gelinceye kadar bekle ve hiçbir teşebbüse geçme!" 297

Hesapladılar: Gördüler ki, Perviz'in başvurduğu, Fahr-i Âlem Efendimizin haberine bugün günün aynı gecesinde ve gecenin de aynı saatine rastlıyordu.298 Bazan'ın gönül âlemi bu apaçık mucizevi karşısında anında aydınlandı.

"Muhammed (asm), mutlaka, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir."  Müslüman oldu.299 Onu, Yemen'de oturan Ebnâların Müslüman olması takib etti.300

Bazan daha sonra da Müslümanların Resûl-i Ekrem Efendimize haber verdi. Bu haberi alan Efendimiz, onu San'a valisi tayin etti.  Bu, Peygamberimizin tayin ettiği ilk vali idi  ve İran valilerinden imâna gelen ilk zâttı.301

Peygamberimizin Kisrâ'ya Gönderdiği Mektubun Aslı

Resûl-i Ekrem Efendimizin Kisrâya mektubunun aslı, 1962 yılının Kasım ayı sonlarına doğru, Lübnan Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuştu olan Sayın Henri Pharaon'un, Dr. Salahaddin el-Müneccid'e okutturmak için başvurması üzerine ortaya çıktı. Vesikayı, Birinci Dünya Harbinin sonunda Henri Pharaon'un babası Şam'da 150 yaşında satın almıştı ve mahiyetini bilemediğinden veya açığa vurmak istemediğinden olacak ki, gizli tutmuştur.

Dr. Salahaddin el-Müneccid'in tarife ve tavsiyesine göre bu mektup, parşömen üzerine yazılmıştır. Ancak rengi değişen ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır. Mahfaza, ayrıca camdan bir çerçeve ile muhafaza edilmiş, parşömen oraya yapılmadan korunmuştur. Parşömen eski ve yumuşaktır, rengi koyu kahverengidir. Sahife karakterleri bu nedenle siyahlaşmıştır.

Mektubun boyu 28 cm, eni ise 21,5 cm'dir.
Mektubun ebâdı, ince uzundur. Ancak üst kısmı alt kısımdan daha geniştir.
Mektupta 15 satır vardır ve bunların uzunlukları yerine göre 21,2 cm ile 21,5 cm arasındadır.
Çizilen satırların altında dairevî bir mühür izi vardır ve bunun çapı 3 cm'dir.

Mektupta, yukarıdan aşağıya doğru akmış su izi vardır. Bunlar, bazılarının (harfler veya) kelimelerle yazılmış, bazılarının mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasında doğru bulunan (Resûl) kayıtlı olduğu (R) harfi hariç, damgadaki imzalanması silmiştir.

Mektubun yırtılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, yırtık, başlangıçtaki ufkî üçüncü satırdan bu satırın ortasından sonuna kadar devamte, sonra dikey olarak onuncu satıra kadar inmekte, böylece yırtılma izini bildiren bir (L) yıllık görünümü arzetmektedir.

Ayrıca bu yırtık, mektubun yazıldığı parşömenden farkedilebilen ve daha sonraki devre ait deriden yapılan ince bir iplikle dikilmiştir.

Mektubun yazı karakteri, Hendek Savaşı sırasında Sel' Dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulunan ve eski yazı karakterine uymaktadır.302

Dipnotlar:

287. Ravdü'l-Ünf, 6:590.
288. Zâdü'l-Meâd, 3:71.
* Babasını öldürüp yerine geçen Şireveyh, ancak altı ay yaşayabilmiştir. Saltanatının tarihinde ihtiras ile kardeşlerini de öldürmüştü. bölgede halef olacak erkek evlendiğinden, halk Şireveyh'in Buran adındaki kızını saltanat tahtına geçirmişti. Peygamber Efendimiz bunu duyunca, 'Mukadderatını bir kadının eline veren bir millet felahı alınmaz' buyurmuşlardı. Bu veciz ifadeleriyle Resûl-i Ekrem Efendimiz, İslâmın âmme hukukunun en mühim bir kaidesini ortaya çıkar. Bu kaideye göre; İslam hukukunda âmme velayeti denilen devlet teşkilatı reisliği ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil ediliyor.
Millet otoritesini temsil ederek bu mevkie kadın seçilemez. Çünkü kadının fıtratı çok cihetlerden bu ağır vazifeyi yüklenip yürütmeye münasip değildir. Bu vesiledir ki, İslam hukukunda kadının alış-veriş, şehâdet, şirket, vesayet, veraset, vekâlet, hibe ve her türlü medenî akid ve tasarrufları sair milletlerin hukukuna nisbetle en geniş ölçüde mu'teber ve ticarî sahadaki çalışması meşru olduğu halde, başkanlığı devletna seçilebilmesi kadınlar için herhangi bir hak kabul edilmemiştir. (Tecrid Tercemesi, 10:450.)
289. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:508; Zâdü'l-Mead, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:291.
290. Taberî, 3:90.
291. Yaş, 3:90-91.
292. Tabakât, 1:260.
293. Yaş, 1:260; Taberî, 3:91; İnsanü'l-Uyûn, 3:292.
294. Taberî, 3:91.
295. Taberî, 3:91.
296. Yaş, 3:91.
297. Taberî, 3:91.
298. Tabakât, 1:260.
299. Taberî, 3:91.
300. Yaş, 3:91.
301. A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefâ, 1:182.
302. Prof, M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1:260-261.

 

3. NECAŞİ'NİN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

Allah Resûlü'nün dâvet mektubunu ve onu getiren Peygamber elçisini en iyi karşılayan, Habeş Necâşî'si oldu. 

Hz. Amr bin Ümeyye vâsıtasıyla Necâşî'ye ulaşan mektupta İslâm'a dâvetle birlikte Hazret-i Meryem ve Hazret-i Îsâ hakkında da kısa bir mâlumat bulunmaktaydı. İslâm'ı daha önce Habeşistan'a hicret etmiş Müslümanlardan az-çok öğrenmiş olup bu hususta baştan beri müsbet bir tavır sergileyen Necâşî, bu dâvet mektubuyla îmân ufuklarına kanat açtı. O sırada yanında bulunan Ebû Tâlib'in büyük oğlu Hazret-i Câfer'in huzûrunda kelime-i şâhdet olarak Müslüman oldu. Daha sonra Resûlullâh'ın arzusunun kanıtı olarak oradaki muhâcirleri de iki gemiye bindirerek gönderildi. Ayrıca Hazret-i Peygamber'e, îmân ettiğini bildiren bir mektup yolladı. Mektup şöyledir:

“Allâh'ın Resûlü Muhammed'e Necâşî tarafından.

Yâ Resûlallah! Selam sana, Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun! Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allâh, beni İslâm'a hidâyet etti.

Yâ Resûlallah! Hazret-i Îsâ'nın zikrettiğiniz mektubunuz bana ulaştı. Yerin ve göğün Rabbine yemin ederim ki, Hazret-i Îsâ da kendi hakkında zikrettiğinizi yazmış olduğunuz bir fazla şey söylememiştir. O'nun teblîğâtı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize teblîğe memur olmuş İslâm'ın esaslarını öğrenirler. Amcanın oğlu (Câfer-i Tayyâr) ile diyârımıza hicret eden ashâbını misâfir ettik. Ben şehadet ederim ki, Sen Allâh'ın Resûlü'sün. Sözünde sâdıksın. Haksın ve musaddaksın (tasdîk edilmişsin).

Yâ Resûlallah! Ben Sana, Sen'in temsilcisi olan amcaoğlunun vâsıtasıyla bey'at ettim. Onun Âlemlerinin önünde Rabbi olan Allah'a teslîm oldum. Sana, çocuğu Erhâ'yı gönderiyorum. Sâdece kendime mâlikim, eğer Sana gelmemi istersen ey Allâh'ın Resûlü, hemen gelirim. Ben şehadet ederim ki, söylediklerin haktır. Ey Allâh'ın Resûlü, Sana selâm olsun!..” (İbn-i Sa'd, I, 259; İbn-i Kayyım, III, 689; Hamîdullâh,  el-Vesâik , s. 100, 104-105)

4.MUKAVKIS'IN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

Resûlullah yine bir gün:

“–Ey insanlar! Ecir ve sevâbını Allâh'tan bekleyerek şu mektubu İskenderiye Mukavkısı'na [3]  hanginiz götüreceksiniz?”  diye sorunca, Hazret-i Hâtıb bin Ebî Beltaa fırlayıp kalkış ve Efendimiz'in huzûruna vardı:

“–Yâ Resûlallah! Ben götürülüyorum.” dedi. Allah Resûlü:

“–Ey Hâtıb! Allâh bu vazîfeyi senin hakkında mübârek kılsın!”  buyurdu.

 

1858'de Mısır'da bulunan Hz. Muhammed'in Mukavkıs'a yazdığı mektubu İstanbul Topkapı sarayındadır.

 

İSLAMA ÇAĞIRIYOR

Name-i Saadet, Hicretin 7. senesi, (Milâdî 628.) Muharrem yerinde, Hazreti Peygamber (sav) tarafından, kahverengi renkteki bir ceylan derisine siyah mürekkep ile Kıpt kavminin reisi Mukavkıs'ı İslam'a davet için yazılan ve Hazreti Muhammed'in mübarek mührü bulunan 16x19 cm ebadında ve 12 satır yazıdan ibarettir. İskenderiye'de Ashab'dan Hatıb bin Ebî Beltaa tarafından İslam'a davet için yazılan ve Mukavkıs'a sunulan mübarek Name-i Saadet, Hicret'in 1267'inci senesinde Mısır'ın Ahmim beldesinde eski bir manastırdaki Kıbti kitapları arasında yer alıyordu. Sultan Abdülmecid Han tarafından satın alınan Name-i Saadet, İstanbul'a getirildi. Yerli ve yabancı yönetimin büyük ilgi gösterdiği Name-i Saadet ve Kur'an-ı Kerim Ramazan ayı boyunca ziyaret edilebilecek.

ZİYARET GELENEĞİ

Mukaddes Emanetler alanında uzman olan, yazdığı kitap ve makaleler ile tanımlanmış Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hilmi Aydın, Osmanlı Devleti devrinde de her Ramazan bayramı 15'inci günü, Hazreti Muhammed'in Name-i Saadetleri, Sakal-ı Şerifleri ile Bakara Suresi'nin 137 'inci ayetini şehit olan Hazreti Osman'ın kan izlerinin de sayfalarında Kur'an-ı Kerim'in bulunduğunu, Osmanlı Devleti devrinde padişah nezaretinde, saray halkının ve devlet erkanının ziyaret edildiğini söyledi. Aydın, şuunları şunları söyledi: "Asırların ilişkileri sürdürülen bu gelenek, cumhuriyet devrinde de sarayın 1924 yılında müze olarak faaliyet başlangıcından itibaren, her yıl adı geçen Mukaddes Emanetler, Ramazan'ın düzenli işleyişi teşhire başlamaya başladı."

 

 

Hâtıb, Efendimiz'in mektubunu İskenderiye Mukavkısı'na götürdü. Mektup şöyle yazıyordu:

“Bismillahirrahmânirrahîm.

Allâh'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den, Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a. Hidâyete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun.

Seni İslâm'a dâvet ediyorum. Müslüman ol, selâmeti bul da Allâh sana ecir ve mükâfâtını iki kat versin. Eğer bu dâvetimi kabûl etmezse Kıbtîlerin günâhı senin boynuna olur.

«De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd'e) geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh'ı bırakıp kimimizi kimimizi ilahlaştırmasın! Eğer yüz çevirirse, işte o zaman; «Şâhid olun ki biz müslümanlardanız!» diyorsunuz!» (Âl-i İmrân, 64)”

Peygamber Efendimiz'in mektubu okunca Mukavkıs, Hâtıb'ı yanına çağırıp din adamlarını da topladı. Hâdisenin devâmını Hâtıb şöyle anlatıyor:

Mukavkıs bana:

“–Anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve sana konuşacağım.” dedi. orada:

“–Buyrunuz, konuşalım.” dedim. Mukavkıs:

“–Senin Efendin peygamber değil midir?” diye sordu.

“–Evet, Ey Allah'ın Resûlü'dür.” dedim.

“–O gerçekten böyle bir peygamber ise kendisini öz yurdundan geçirmek başka bir yere sığınmak zorunda bırakan kavminin karşısında neden Allâh'a dua etmedi?” diye sorunca, ona:

“–Sen, Îsâ bin Meryem'in Allâh'ın bir peygamberi olduğuna şehadet edersin değil mi? O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp asmak istediklerini zaman, kendisini dünyâ semâsına yayılacağını, kavmini helâk etmesi için Allâh'a dua etse olmaz mı?” dedim.

Mukavkıs sözlerini bulamadı. Bir süre sustuktan sonra:

“–Sözünü tekrarla!” dedi. Tekrarladım. Mukavkıs yine sustu. Sonra da:

“–Güzel söyledin. Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun ve hakîm olanın da yanından geliyorsun.” dedi. Ben de bunun ardından Mukavkıs'a:

“–Senden önce burada bir adam, kendisi en yüce ilah olduğunu idiâ etmişti. Allah Teâlâ o Firavun'u dünyâ ve âhiret azâbıyla yakalayıp cezâ etti. Sen, kendinden öncekilerden ibret al da tutuluyor ibret olma!” [4]  dedim.

Mukavkıs:

“–Bizim bir dînimiz vardır, daha hayırlılarını görmedikçe onu bırakmayız!” dedi. Ben de:

“–İslâm, senin bağlı olduğun ortamdan kesinlikle daha üstündür! Biz seni, Allah Teâla'nın insanların dîn olarak paketleri İslâm'a dâvet ediyoruz. Hazret-i Muhammed Mustafâ, sâdece seni değil bütün insanları dâvet ediyor. Onlardan kendisine karşı en katı ve kaba davrananlar Kureyşliler oldu. O'na karşı en çok düşmanlığı da Yahûdîler yaptılar. İnsanlardan en çok yakınlık gösterenler ise Hıristiyanlardı. Hazret-i Mûsâ, nasıl ki Hazret-i Îsâ'yı müjdelemiş ise, o da Hazret-i Muhammed'i müjdelemiştir. Bizim seni Kur'ân'a dâvetimiz, senin Tevrât'a bağlı kişilerin İncil'e dâvetin gibidir. Onun insanın kendi zamânında gelen peygambere ümmet olması durumundadır. Sen de Hazret-i Muhammed'in yetişenlerdensin. Dolayısıyla biz seni İslâm'a dâvet etmekle Hazret-i Îsâ'nın dîninden uzaklaşmamış olmuyoruz. Bilâkis onun risalesine uygun bir teklifte bulunmuş durumda.” dedim. Mukavkıs:

“–Ben bu peygamberin dînini inceledim. Gördüm ki, onda ne dünyâdan el etek eklenmesi emrediliyor ne de mergûb ve makbûl şeyler yasaklanıyor. Ne yolu şaşırmış bir büyücü ne de gâipten haber bölgesinde iddiâ eden bir yalancıdır. Bilâkis kendisinde gâibi keşfedip haber vermek gibi peygamberlik alâmetleri vardır. Buna rağmen biraz daha düşünmek isterim.” dedi.

  • Mukavkıs'ın Peygamber Efendimiz'e Yazdığı Mektup

Daha sonra da Peygamber Efendimiz'in mektubuna şu şekilde bir cevap yazıldı:

“Bismillahirrahmânirrahîm.

Muhammed bin Abdullah'a, Mukavkıs'tan.

Sana selam olsun! Mektubunu okudu. Zikrettiğin ve beni dâvet ettiğin şeyleri tamamlar. Bir peygamberin daha özgür olduğunu biliyor ama onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum. Elçini ağırladım. Sana Kıbtîler arasında mevkîleri yüksek iki câriye ile elbiseler gönderiyorum. Binmen için Sana bir de katır hediye ediyorum. Sana selam olsun!”

Mukavkıs, bundan fazla bir şey yaptı, ne de Müslüman oldu. Bana da: “Sakin hâ! Kıbtîler senin ağzından tek bir kelime bile işitmesinler!” diye tembihte bulundu. (İbn-i Kesîr,  el-Bidâye,  IV, 266-267; İbn-i Sa'd, I, 260-261; İbn-i Hacer,  el-İsâbe,  III, 530-531)

Görüldüğü gibi Mukavkıs, Allâh Resûlü'nün davetini hoş karşıladı. O, oğlu bir peygamberin daha çıkacağını biliyordu, ama onun Şam mevkiinden zuhûr hükümdarı zannediyordu. Bu zan, kendisinin hakîkate tâbî olmasına perde oldu ve Mukavkıs, îmân etmez. Ancak mektubu gelen Hâtıb ile çeşitli hediyeler, bir binek ve iki de câriye (Hazret-i Mâriye ile kardeşi Sîrin'i) gönderdi.

Hazret-i Hâtıb, yolda bu iki kardeşe İslâm'ı anlattı ve onları Müslüman olmaya teşvîk etti. Onlar da îmân ile şereflendiler. [5]  Böylece daha Medîne'ye varmadan ebedî hakîkati idrâk yaptılar.

Hazret-i Hâtıb, Mukavkıs'ın bolluğu bildirildiğinde Resûlullâh:

“Yaramaz adam, saltanatına kıyamadı! Esirgediği saltanat ise kendisinde kalmayacaktır!”  buyurdu. (İbn-i Sa'd, I, 260-261; Diyârbekrî, II, 38)

Allâh Resûlü, câriye Sîrin'i Hassân bin Sâbit'e, Hazret-i Mâriye'yi de kendisine nikâhlamıştır ki, oğlu İbrâhîm bu hanımındandır. Hazret-i Peygamber'in murâd-ı ilâhî ile gerçekleştirdiği bu evliliğin de birçok siyâsî fâideleri görülmüştür. Nitekim bu durumda, Mısırlılar üzerinde çok müsbet bir tesir bırakmış, sonraki yıllarda yapılan İslâm-Bizans savaşlarında, Mısırlılar Bizanslıları yalnız başlangıçta İslâm oyununda zafere daha emîn bir şekilde yürümesine vesîle olmuşlardır.

Resûlullâh, akrabâya muâmelenin güzel bir misâlini sergileyerek ashâbına şöyle buyurmuştur:

“Siz kırât adı verilen bir ölçü biriminin sanayi Mısır'ını fethedeceksiniz. Oranın halkına iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz. Zîrâ yönü bir neseb, bir de sıhriyet akrabâlığımız vardır.”  (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 226-227)

Mâlum olduğu üzere, Allâh Resûlü'nün nesebi Hazret-i İsmâîl'e dayanmaktadır. Hazret-i İsmâîl'in annesi Hazret-i Hâcer Mısırlı olduğu için Âlemlerin Efendisi Mısırlıları akrabâ saymaktadır. Sıhriyet ise Mâriye vâlidemizden gelmektedir. [6]

5. GASSAN HÜKÜMDARININ İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

Topkapı Sarayında saklanan 4 mektuptan biri Gassani hükümdarı Hâris bin Ebi Şemir el-Cassânî'ye mektup gönderildi

Hz. Muhammed'in "Şam Kralı/Sahibi" dediği Gassani Kralı'na mektubu

Gassani hükümdarlarının tanıdığı unvanlardan biri, "Şam Kralı" veya "Şam'ın Sahibi" anlamına gelen "Malik Al-Dimashq" veya "Saheb Al-Dimashq" idi. Sahib veya Saheb (/ ˈsɑːhɪb /; Arapça: صاحب) başlığı, orijinal olarak 'arkadaş' anlamına gelen Arapça bir başlıktır. Tarihsel olarak Kur'an'da ilk halife Ebu Bekir için kullanılmıştır. Bu unvan halen Sünni Müslümanlar tarafından halifeye verilmektedir.

İslam'ın kurucusu Muhammed Peygamber, hükümdarı Müslüman dinine katılmaya davet eden ünlü mektubunda Gassani Kralı El-Haris İbn Ebu Kemor'a (ya da bazı çevirileriyle "Ebi Şamir") bu şekilde hitap ediyor (H.6 veya MS 628)

 

Sûriye Gassânî Arapları'nın başkanı olan Hâris ise,  Hazret-i Şucâ bin Vehb'in getirdiği Peygamber mektubuna karşı küstah bir tavır takındı. Hattâ Müslümanların üzerine yürümek için Bizans imparatorundan izin istedi. Fakat imparator bunu reddetti. [7]

6. YEMAME MELİKİNİN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

Hazret-i Selît bin Umeyr'in Peygamber mektubunu götürdüğü Yemâme Meliki Hevze de ilahî dâveti kabûl olmadı. Kısa bir süre sonra da bu gaflet içinde ölüp gitti. [8]

7. YEMEN EMİRİNİN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ

Resûlullâh, elçilere dikkat edilmesi gereken hususlara dâir mühim tavsiyelerde değişir. Meselâ Allâh Resûlü, Himyer'de bulunan bâzı kimselere bir mektup yazmıştı. Mektubu Hazret-i İyâş iletilirken şu tavsiyelerde bulunuldu:

“Oraya vardığı zamanın gecelenmesi, sabah olması beklensin. Sonra en güzel şekilde abdestini al, iki rekât namaz kıl. Seni muvaffak kılması ve hüsn-i kabûl görmen için Allah Teâlâ'ya dua et. Daha sonra güzelce hazırlık yapın, mektubumu sağ eline al ve onu sağ elinle onların sağ eline ver. Böyle yapılırsa onları seni kabûl edeceklerdir…”

Hazret-i İyâş şöyle der:

“Resûlullâh'ın öngördüğü gibi yaptım, İslâm'ı kabûl ettiler. Daha sonraki hâdiseler de Allâh Resûlü'nün bildirdiği gibi tahakkuk etti.” (İbn-i Sa'd, I, 282-283)

Bu dâvetler, Medîne'den bütün cihânı kucaklamaya doğru İslâm'ın ilk adımları olmuştu. Bunun yanında Arap Yarımadası'nda canlanan İslâm, her geçen gün yayılmaya devâm etti. Zîrâ büyük zaferlerin sağlam temelleri, bizzat Hazret-i Peygamber'in mübârek elleriyle atılmaktaydı.

 

8- UMMAN  MELİKLERİ CEYFER VE ABD'E MEKTUBU

Hz. Peygamber Umman'ı birlikte idare eden Ceyfer ve Abd b. Cülendâ kardeşlere İslâm'a davet mektubuyla birlikte Amr b. Âs'ı elçi olarak  o dönem başken olan  Suhar'a Umman halkının İslama geçmesi için  göndermiştir.-  Peygamber'in sahabesi Amr bin Al'As, mektubu o dönemde Umman'ın ortak yöneticileri olan Julanda'nın oğulları Cafer ve Abd adlı iki kardeşe iletti. Ancak kaynaklar mektubun gönderildiği yıl konusunda fikir birliğine varmıyor. Tarihi bir kaynağa göre mektup, Hicretin 6. yılında Hudeybiye Barış Anlaşması'ndan sonra gönderilmiştir. Bir başka kaynak ise mektubun Veda Haccı'ndan (Veda Haccı) sonra gönderildiğini öne sürüyor. Mektubun kesin tarihi konusundaki tartışmalara rağmen çoğu kaynak, onun Hicri 8. yılda Fetih Mekke'den (Mekke'nin Açılışı) sonra gönderildiği konusunda hemfikirdir.

Mektup şöyledir:

 

 

 

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın elçisi Muhammed'den Julanda'nın oğulları Cafer ve Abd'e. Hidayete uyana selâm olsun. Her ikinize de İslam adına sesleniyorum. İslam'a teslim olursanız güvende olursunuz.

Ben Allah'ın bütün insanlara İslam'ın galip geleceği konusunda tüm canlıları uyaran elçisiyim. Umarım İslam'ı kabul edersiniz, ancak kabul etmezseniz ülkenizi kaybedersiniz, atlılarım topraklarınızı işgal eder ve benim peygamberliğim ülkenize hakim olur”.

 

İbn Sa'd 1388/1968. et-Tabakâtü'l-kübrâ, nşr. İhsan Abbas, I-IX, Beyrut, I, 262–263; 
Muhammed Hamidullah 1965. el-Vesâiku's-siyâsiyye, Beyrut, s. 162

Bu mektup Umman tarihinde bir dönüm noktası oldu. Ceyfer ve Abd b. Cülendâ kardeşler Hz. Peygamber'in elçisini güzel bir şekilde ağırlayıp İslâm'ı kabul ettiler.   Ummanlılar, Hz. Peygamber'in İslam davetini seve seve kabul ettiler ve Müslüman olduktan sonra gelişen İslam devletinin sağlamlaştırılmasına ve İslam'ın yeni bölgelere yayılmasına aktif olarak katıldılar.

Umman'ın Sohar kenti halkı, uygarlığı ve tarihiyle, küresel ticaretiyle, deniz ve kara ticari gezilerinin varış ve kalkış istasyonu olan coğrafi konumundadır. Doğu'ya açılan kapı, Çin'in koridoru olarak kabul edilmiştir. Arap Yarımadası'nın ipek ve baharat ticaret yollarından biri olan bakır ülkesi Sinbad'ın ticari limanından Çin'e deniz yolculuğu başladı. Umman'ın ilk başkenti olan Sohar, Hz. Muhammed'in (s.a.v) elçisini,  Umman halkına onları İslam'a geçmeye davet eden bir mesajla kabul ett.

Mektup Umman Sohar kenti Ulusal Müzesinde sergilenmektedir.Müze, Sohar'ın kültür dünyasındaki ve ticaretteki rolünün yanı sıra İslam tarihindeki rolünü ve Ummanlıların denizcilik alanına yaptığı katkıyı da sergiliyor. Müzede İslam'ın dünyanın birçok yerinde yayılmasındaki rolleri de vurgulanıyor.

Müzede, kalede yapılan arkeolojik kazılarda bulunan pek çok eserin yanı sıra, kentin antik çağda bakır ticaretinde oynadığı büyük rol ve Çin'in Kanton kentiyle olan ilişkisi de ele alınıyor.

9- BAHREYN VALİSİNE MEKTUBU

Bahreyn Emiri Münzir b. Sâvâ'ya Mektubu Riyad Ulusal Müzesinde sergilenmektedir.

Hz. Peygamber Bahreyn emiri Münzir b. Sâvâ'ya İslâm'a davet mektubunu Alâ b. Hadramî ile gönderdi. Mektup şöyledir:

“Bismillahirrahmanirrahim.

Allah Resulü Muhammed'den, Münzir b. Sava'ya! Hidayete uyanlara selam olsun. Ben seni İslâm'a davet ediyorum. Müslüman ol ki, özgürlüğe eresin ve Allah'ın yönettiği toprakların hakimiyetini yine sana versin. Bil ki, benim dinim dünyanın en uç köşesine ulaşıncaya kadar ulaşacaktır”

Hz. Peygamber'in mektubunu alan Münzir b. Sâvâ, Alâ b. Hadramî ile yaptığı görüşmelerden sonra:

“Hem dünya hem de âhiret için uygun bulundu” diyerek İslâm'a girdi ve bunu bir mektupla Hz. Peygamber'e bildirdi. Ardından gelen diğer bir mektupla halkın İslâm'a çağırdığını, bir kısmının Müslüman olduğunu, bir kısmının ise Yahudi ve Mecusi olarak gördüğünü belirttikleri onlara nasıl davranılması gerektiğini sordu. Hz. Peygamber Münzir b. Sâvâ'ya şu mektupla cevap verdi:

“Bismillahirrahmânirrahim.

Allah'ın elçisi Muhammed'den Münzir b. Sâvâ'ya. Allah'ın selamı üzerine olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ederim Allah'tan başka ilah olduğuna ve Muhammed'in de onun kulu ve elçisine şehadet ederim. Sana Azîz ve Yüce olan Allah'ı hatırlatırım. Kim iyi bir nasihat kulak verirse kendi iyiliği içindir ve kim benim elçilerime itaat eder ve emirlerine uyarsa bizzat bana itaat etmiş olur. Ayrıca, kimler hakkında iyi düşünürse benim hakkımda iyi düşünülmüş olur. Muhakkak benim elçilerim seni hayırla yâd görüldü. Ben de senin halkına şefaatini kabul ediyorum. Müslüman olmadan önceden sahip oldukları şeyler Müslümanların elinde kalır. Ve ben suçluları affediyorum. Sen de onların pişmanlıklarını kabul et. Görevini iyi yaptığı sürece seni azletmeyeceğiz. Kim Yahudi ya da Mecusi olarak yaşayanların ödemesi gerekir.”

 

10-MÜSEYLİMETÜL KEZZAPA GÖNDERİLEN MEKTUP

Topkapı sarayında saklanan Müseylimetül Kezzap'a gönderilen mektup

Hicretin 10. yılında Resul-i Ekrem Efendimize (asm) Yemâme'den Benî Hanif heyetiyle birlikte gelen Müseylimetü'l-Kezzab Müslüman oldu. Bir süre Medîne'de kaldıktan sonra Yemâme'ye geri döndü. Çevresine Peygamber Efendimizin (asm) peygamber dostu olduğunu bildiren peygamberlik iddiasında bulundu. “Rahmân”ın içinde bir meleğin vahiy geliştirilmiş iddiasında yer alan “Rahmân-Yemâme” olarak anılmaya başlandı. Bir takım cümleleri kurarak “Bu Allah'ın kelâmıdır, bana gökten nazil oldu” derdi. Farz namazları, içki ve zinanın serbest olduğu söylendiği için taraftarların saldırıya uğraması zorlandı. Özellikle Benî Hanif kabilelerini de bu iddiasına inandırıp çevresinde kırk bin kişi topladı.

Resul-i Ekrem Efendimize (asm) iki elçiyle peygamberlik iddiasını bildiren bir mektup gönderdi.

Mektubu alan Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) elçilere Müseylime Anlaşma inançlarını sordu. Onlar da “O da senin gibi bir peygamberdir” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (asm) hiddetlenip ona cevap yazdı: 

“Sen Yemâme halkını dalâlete düşürdün. Cenâb-ı Hak seni ve sana bağlı kişileri helâk etsin.” Sonra Efendimiz (asm) Necd bölgesinde bulunan Müslümanlara, Müseylime'nin karşılığında onun tarafından uygulanır. Ancak cezaları kandırarak büyük bir kuvvet toplayan Yalancı Peygamber Müseylime, Resulullah (asm) tarafından Yemâme'de memur bulunan Sümame bin Esâl'i (ra) bölgeden çıkmak zorladı ve tek bölgeye hakim oldu.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) bu esnâda Refîk-i Âlâ'ya yükseldiği için, Müseylime'nin evinden ayrılan Hz. Ebû Bekir'in (ra) halifelik döneminde yaşandı.

YEMÂME SAVAŞI

Yemâme Savaşı, Hz. Ebû Bekir'in (ra) gönderdiği İslâm ordusuyla Yalancı Peygamber Müseylimetü'l-Kezzab taraftarları arasında yapılan bir savaştır. Savaş Milâdî 632 yılında Yemame bölgesinde yapıldı ve Müseylimetü'l-Kezzab ve taraftarlarının isyanı bastırıldı. Riyad'ın katıldığı yer alan Yemâme'de yapıldığı için savaş bu adla adlandırılmıştır. Halid bin Velid'in komutasındaki Müslüman ordusundan iki bin kişi daha fazla şehit düşmüş Müseylimetü'l-Kezzab'ın taraftarlarından yirmi bin kişi ölmüştü.

Hz. Ebû Bekir (ra), Müseylime'nin üzerine İkrime bin Ebû Cehil'in komutasında bir ordu gönderdi. Ancak kendisine yardımcı kuvvet olarak gönderilen Hz. Şurahbil'i (ra) beklemeden savaşa girdiği için yenilgiye uğradı. Sonra Hz. Halid bin Velid (ra), Müseylime'ye karşı geliştirilmiş bir orduyla Milâdî 632'de Medine'den yola çıktı. İki ordu Yemâme'de karşılaştı ve Yalancı Peygamber Müseylime ve taraftarları bozguna uğratıldı.

Savaş sırasında, Vahşî (ra), Uhud Savaşında Hz. Hamza'yı şehadet ettiği aynı mızrakla Müseylime'yi öldürdü. Böylece yalancı peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime ortadan kaldırıldı. Müseylime'nin karısı Secah da, Benî Tâlib Kabilesinde peygamberlik iddiasında bulunuyordu. Bu savaştan sonra o da bu iddiasından vazgeçerek tekrar İslâmla şereflendi.

 

Dipnotlar:

[1]  Bkz. Buhârî, İlim, 7; Müslim, Libâs, 57, 58; İbn-i Sa'd, I, 258.

[2]  Peygamberimiz hakkında kullanılan bu isim için bkz. c. 1, s. 284.

 Bizans imparatorları için Kayser ve Rum Kayseri, Fars hükümdarları için Kisrâ, Habeş hükümdarları için Necâşî, Mısır hükümdarları için Firavun, İskenderiye hükümdarları için Mukavkıs, Yemen ve Şıhhîr hükümdarları için Tübba', Hind hükümdarları için Batlımus ünvanları kullanıldı . Bunlar isim değil, umûmî olarak hükümdârlara verilen ünvanlardır. (İbn-i Kesîr,  el-Bidâye,  XI, 228)

[4]  Bu nükteyi şâir ne güzel dile getirir:

Geçmişlerden ibret almazsa kişi,

Geleceğe ibret olmak işi…

[5]  İbn-i Sa'd, VIII, 212.

[6]  İbn-i Hişâm, I, 4.

[7]  İbn-i Sa'd, I, 261.

[8]  İbn-i Sa'd, I, 262.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

 

 

Bu mektuplar, son zamanlarda art arda ve aşağıdaki kronolojik sıraya göre keşfedilmişlerdir:
1 1852′de, Mısırlı el Mukavkıs’a gönderilen mektubun orijinali,
2 1863′de, Bahreyn’li Münzir’e gönderilen mektubun orijinali,
3 1940′da, Habeşli Necaşi’ye gönderilen mektubun orijinali,
4 1947′de, Bizanslı Heraklıyus’a gönderilen mektubun orijinali,
5 1969′da, iranlı Kisra’ya gönderilen mektubun orijinali,
6 1980′de, Ummanlı Ceyfer ve Abd’e gönderilen mektubun orijinali.

 

Topkapı Sarayı'nın Kutsal Emanetler Dairesi'nde, Hazreti Muhammed'a ait dört adet mektup bulunur ve mektuplar

Kıptîler'in reisi Mukavkıs'a,

Ahsa Valisi el-Munzir bin Savâ'ya,

Gassani hükümdarı Hâris bin Ebi Şemir el-Cassânî'ye ve

sahte peygamber Müseylimetü'l-Kezzâb'a gönderilmiştir.

Kaynaklar:

www.islamveihsan.com

https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Muhammad_letter_muqawqis.jpg

https://ethiopot.wordpress.com/2009/03/29/a-deputation-to-abyssinia-ethiopia/

https://www.bridgemanimages.com/en-US/arabic-school/letter-presumed-to-have-been-writing-by-the-prophet-mohammed-to-the-king-of-persia-chosroes- ii-590/parşömen/varlık/195235

https://www.matwork.co.za/Seerah%20Lesson%2021.htm

www.sorularlaislamiyet.com

 http://byvm.kapadokya.edu.tr/9.-HZ.-MUHAMMED-IN-UMMAN-MELIKLERI-CEYFER-VE-ABD-E-MEKTUBU

Bu sayfa 9061 kişi tarafından okunmuştur
<