Duyurular

AFRİKA 'DA İSLAMIN YAYILIŞI

AFRİKA 'DA İSLAMIN YAYILIŞI

İSLAMIN  YAYILIŞI

Müslümanlar Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde Arap Yarımadası dışına fetih hareketleri başlattılar.

İkinci halife Hz. Ömer zamanında ise aynı anda bir tarafta doğuda Sasani İmparatorluğu tamamen ortadan kaldırılırken, diğer taraftan batıda Bizans hakimiyeti altındaki bölgelerden önce Şam, ardından da Mısır Müslümanların eline geçti.

Hz. Osman’ın halifeliği döneminde ise Kuzey Afrika seferleri başlatıldı. Mısır valisi Abdullah b. Sa’d bölgedeki ilk fetihleri gerçekleştirdi. Emeviler döneminde ise Muaviye b. Hudeyc, Ukbe b. Nafi, Hassân b. Numan, Züheyr b. Kays, Mûsâ b. Ukbe ve Tarık b. Ziyad gibi komutanlar sayesinde Kuzey Afrika toprakları tamamen Müslümanların hakimiyetine geçti. Kuzey Afrika aynı zamanda Endülüs fetihleri için de önemli bir harekât merkezi haline geldi. 

 

İslâm dininin tebliği esnasında Küçük Asya (Anadolu), Kuzey Afrika, Mısır, Suriye ve Avrupa’da Tuna nehrine kadar olan bölgede Bizans İmparatorluğu hüküm sürüyordu. Miladi VII. yüzyılda üç kıtada büyük bir coğrafyayı kontrol eden bu devlet, merkezde taht kavgaları ve iç karışıklıklar sebebiyle gücünü kaybetmiş durumdaydı. Üstelik farklı mezheplere mensup vatandaşlarına uyguladığı dinî baskılar, devletin halk üzerindeki meşrûiyetini yitirmesine sebep olmuştu. Kuzeyden gelen Avar ve Slav tehdidi, doğuda ise Sâsânîlerin yayılma politikası devleti çözülmenin eşiğine getirmiştir.

Nitekim Sâsânîler, M. 611 yılında Suriye, Anadolu ve Mısır gibi önemli Bizans bölgelerini istila etmek sûretiyle İstanbul yakınlarına kadar ulaşmışlardır. İmparator Herakleios (M. 610-641), bu saldırılardan ancak ağır şartlar altında bir anlaşma imzalayarak kurtulabilmiştir. İki taraf arasındaki çatışma M. 622 yılında yeniden başlamış, Bizanslılar M. 627 yılında meydana gelen Ninova savaşında Sâsânîleri kesin bir mağlubiyete uğratarak kaybettikleri toprakları yeniden kazanmışlardır. Bizans devleti elde ettiği bu başarıya rağmen, içteki siyasî mücadele ve dinî problemleri çözememiştir.1 Bütün bunların sonucunda, ülkenin resmî mezhebinden olmayan muhtelif Hıristiyan topluluklar, kendi dindaşlarının emri altında yaşamaktansa, yabancı bir hâkimiyeti tercih etmeye, hatta dışarıdan gelecek güçleri kendileri için kurtarıcı olarak görmeye başlamışlardır.

 

Kuzey Afrika Fetihlerinin Öncü Adımları:

Mısır’ın Fethi Hz. Ebû Bekir’in halifeliğinin ikinci yılında başlayan, Hz. Ömer döneminde ise büyük ölçüde tamamlanan Şam fetihlerinin ardından Hicretin 18. (M. 639) yılında Câbiye’ye gelen Hz. Ömer bölge komutanlarıyla bir görüşme yaptı. Burada Filistin ordusu komutanı Amr b. el-Âs burada Mısır’a sefer düzenlemek için halîfeden izin aldı

 

Amr b. el-Âs’ın ordusu Ürdün ve Filistin topraklarından sonra Sina Yarımadası’nı da geçerek önce Ariş5, ardından da Ferma’ya6 ulaştı. Kuzeyden Mısır’ın kapısı durumunda olan7 Ferma, kuşatmanın ardından ele geçirildi. (Muharrem H.19/Ocak M.640).8 İlerleyen ordu daha sonra Bülbeys’i9 fethetti. Amr b. el-Âs, Bülbeys fethinin tamamlanması akabinde Ümmü Düneyn’e10 hareket etti. Nil kıyısında yer alan bu liman şehri, Rumların Mısır’daki üç askerî üssü olan Bâbilon, Nakyus ve İskenderiye’nin ortasında yer alıyordu.11 Kuzeydeki Nakyus ve İskenderiye’den güneyde yer alan Bâbilon’a yardımlar da buradan sevk ediliyordu. Amr b. el-Âs, bu sebeple beklenen hedef Bâbilon yerine Ümmü Düneyn’e yöneldi. Niyeti Rumların kuzey-güney bağlantısını keserek, Bâbilon’a yapılacak desteği engellemekti. Müslümanların kuşatması kısa sürede netice vermeyince Amr b. el-Âs, Medine’den yardım istedi. Gelen 4 bin kişilik ordunun desteğiyle şehir ele geçirildi. Hicretin 19. yılı Rabîulevvel ayında (M. Nisan 640) gerçekleşen bu fetihle Müslümanlar için Bâbilon’un12 yolu açılmış oldu.13 Ancak burada da çok ciddi bir direnişle karşılaşıldı. Durumdan haberdar edilen halîfe bölgeye yeniden takviye birlikler gönderdi. Medine’den gelen Zübeyr b. Avvâm komutasındaki askerler Bâbilon yakınındaki Aynu’ş Şems’de asıl orduya katıldılar.14 Buradaki hazırlıkların ardından saldırı yeniden başlatıldı. Yaklaşık yedi ay süren muhasaranın ardından şehir fethedildi.15 Daha sonra yapılan görüşmelerin ardından Mısır halkıyla barış yapıldı.

Bâbilon’ın fethinden sonra Müslümanlar Doğu Roma’nın Konstantiniyye’den (İstanbul) sonra ikinci büyük şehri olan İskenderiye’yi17 hedef aldılar. Amr b. el-Âs, Hicretin 21. (M. 641-642) yılında Akdeniz sahiline doğru harekete geçti.18 Müslümanları İskenderiye yolunda durdurmak isteyen Bizanslılar, ilk önce Nakyus19, ardından da Sultays mevkiinde mağlup olmaktan kurtulamadılar.20 Son olarak Kiryeveyen’de21 de direniş gösteremediler.22 Kiryeveyn galibiyetinin ardından İskenderiye muhasara altına alındı. Güneyi Meyut gölü, kuzeyi Akdeniz ile çevrili olan şehrin batı tarafında ise Sa’ban kanalı bulunuyordu. Bu nedenle şehre sadece doğu ve güney tarafından taarruz etmek mümkündü, buralar da kalın surlarla çevrilmişti. Bu şartlar şehrin muhasarasını geciktirdi.23 Kuşatma esnasında İskenderiye kalesinde kapıcılık yapan İbn Bessâme adındaki bir şahıs Müslüman askerlere ulaşarak ailesi ve arazisi için emân verilmesi karşılığında, kalenin gizli kapısını kendilerine gösterebileceğini söyledi. Onun talebini kabul eden Amr, ordusuyla birlikte gösterilen kapıdan kaleye girerek fethi gerçekleştirdi.24 Üç ay süren kuşatma sonucunda Hicretin 21. yılı Recep ayında (Haziran M.642) tamamlanan fethin ardından Müslümanlar ile şehir halkı arasında Bâbilon anlaşmasına benzer hükümler taşıyan bir barış sözleşmesi imzalandı. 

 

İskenderiye’yi ele geçiren Müslüman ordu daha sonra batıdaki Berka’ya yürüdü. Şehir halkı herhangi bir mukavemet göstermeden teslim oldu.26 Berka’nın fethi ile Trablusgarb27 yolu Araplara açılmış oldu. Amr b. el-Âs hiç bir mukavemet görmeden ilerleyerek Sürt28 ve Lebde29 gibi küçük yerleşim birimlerini itaat altına aldı. Trablusgarb’a ulaşan Müslüman askerler şehri kuşattılar. Ancak bir ay geçmesine rağmen fetih gerçekleşmedi. Bu esnada Müslüman orduda bulunan Benî Müdlic kabilesine mensup bir grup asker serinlemek niyetiyle sahile gittiklerinde deniz tarafında şehir surlarının olmadığını fark edince durumu komutanlarına bildirdiler. Amr, bir grup askerini uygun bir zamanda buradan kaleye girmeleri için görevlendirdi. Gizlice içeri sızan askerler kale kapılarını açarak ordunun geri kalan kısmının da şehre girmesini sağladılar. Kısa süren çarpışmalardan sonra halk teslim oldu. (H.22/M.642-643)30. Amr b. el-Âs Trablusgarb fethinin ardından halîfeye bir mektup yazarak, Kuzey Afrika’nın geri kalan kısmı için fethe çıkmak istediğini bildirdi. Fakat Hz. Ömer bu toprakların Müslümanlar için tehlikelerle dolu olduğunu ileri sürerek onun teklifini geri çevirdi.

Hz. Osman Dönemi

Kuzey Afrika’nın doğu kısmını teşkil eden Mısır, Hz. Ömer döneminde Amr b. el-Âs’ın idaresindeki ordular tarafından fethedilmişti.32 Hz. Osman, Hicretin 27. yılında (M.647) Amr’ı Mısır valiliğinden azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d’ı tayin etti. Bu sebeple daha sonraki Kuzey Afrika fetihleriyle ilgili faaliyetler Abdullah tarafından gerçekleştirilmiştir. Yeni Mısır valisi göreve gelmesinin ardından Ifrikıye seferine çıktı. Müslüman ordu ilk önce bölgenin kapısı konumunda olan Trablusgarb’da karargâh kurdu. Bunun ardından Subeytula33 muhasara altına alındı. Fakat Müslümanlar burada güçlü bir direnişle karşılaştılar. Muhasaranın neticesiz kalması üzerine başkomutan halîfeden yardım talebinde bulundu. Hz. Osman bunun üzerine bölgeye Abdullah b. Zübeyr idaresinde takviye ordu birlikleri gönderdi. Gelen askerlerin de desteğiyle Subeytula Müslümanların kontrolüne geçti.34 Bunun ardından yakın yerleşim birimleri üzerine ordular gönderildi. Stratejik öneme sahip Kafsa35 zaptedildi. Nüfuzlu kabilelerden Eclem ile yıllık bir buçuk milyon dinar karşılığında barış yapıldı.

Abdullah b. Sa‘d’ın valiliği esnasında Bizanslılarla girişilen Kuzef Afrika hâkimiyeti mücadelesinde kara muharebelerinin yanı sıra Akdeniz’de de çarpışmalar gerçekleşti. Bunların en önemlisi Zâtü’s-Savâri savaşıdır. İmparator Herakleios, Arapların Ifrikıye’de ilerlemeleri üzerine onlara karşı büyük bir donanmayı harekete geçirdi. Abdullah b. Sa‘d düşmanı karşılamak üzere Akdeniz’e açıldı. Aynı anda Şam valisi Muaviye b. Ebû Süfyan da Mısır donanmasına destek vermek amacıyla Şam’dan harekete geçti. Hicretin 34. yılında (M.654) iki donanma Akdeniz’de karşı karşıya geldiler. Bir kaç gün devam eden çarpışmalar Müslümanların kesin galibiyetiyle neticelendi. Bu netice İslâm tarihinin en parlak deniz zaferlerinden biri olarak tarihe geçmiş ve Müslümanlar için sonraki Kuzey Afrika fetihlerinin de önünü açmıştır.

Emevîler Dönemi

Hz. Ebû Bekir döneminde başlatılan, Hz. Ömer yönetiminde Bizans ve Sâsânî İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanlarını içine alan, Hz. Osman zamanında da en geniş sınırlarına ulaşan İslâm fütûhâtı, Hz. Osman’ın son dönemi ile Hz. Ali’nin halîfeliği esnasındaki iç çekişmeler sebebiyle sekteye uğramıştı. Hz. Hasan’dan hilafeti devralarak Müslümanları tek bir yönetim altında birleştiren Emevîler devletinin kurucusu Muaviye, göreve gelmesiyle birlikte bir taraftan Hâricîler ve Hz. Ali destekçileri gibi yönetim muhalifleri ile mücadele ederken, diğer taraftan da fetih faaliyetlerini başlattı. Bu dönemde fetih hareketleri üç cephede gerçekleşti. Bunlardan ilki Anadolu ve Ermenistan topraklarıdır. İkinci hedef Horasan ve Sind coğrafyasıdır. Harekât düzenlenen üçüncü bölge ise Mısır ordusunun sorumluluğuna verilen Kuzey Afrika’dır. Muaviye, Hz. Ali dönemindeki iç çekişmeler sebebiyle Müslümanların kontrolünden çıkmış bulunan bu bölgenin tekrar itaat altına alınmasına karar verdi. Bu amaçla daha önce Kuzey Afrika cephesinde savaş yapmış komutanlar görevlendirdi. Bunların başında Muaviye b. Hudeyc gelir.38 Onun ardından bu vazifeyi üstlenen Ukbe b. Nâfi H.42/M.662 ve H.43/M.663 yıllarında bölgede başarılı fetihler gerçekleştirdi. Ukbe’nin en önemli faaliyetlerinden biri de müstahkem bir askerî karargâh ihtiyacı sebebiyle (H. 50/M. 670) yılında Kayravan’ı39 inşa etmiş olmasıdır. Ayrıca onun komutanlığı sürecindeki kapsamlı bir İslâmlaşma faaliyetiyle Berberîlerin pek çoğu müslüman oldu. Bu sebeple Kuzey Afrika’da plânlı İslâmlaşmanın Muaviye döneminde başlatıldığını söylemek mümkündür.40 Hicretin 50. (M.670) yılında Muaviye, Mısır ve Mağrib valiliğine Mesleme b. Muhalled’i tayin etti. Mesleme bölge komutanı Ukbe b.Nâfi’nin yerine Ebu’l-Muhâcir’i Kuzey Afrika ordularının  başkomutanlığına getirdi.41 Bu dönemde Ebu’l-Muhâcir’den başka sabık Mısır valisi Muaviye b. Hudeyc, Hâlid el-Fehmî, Hassân b. Numan gibi komutanlar fetihlerde aktif görev üstlendiler.42 Muaviye döneminde Müslümanlar Afrika’da daha önce ele geçirilmiş ancak kontrolü kaybedilmiş olan pek çok beldenin yeniden itaat altına alınmasını sağladılar. Ayrıca bu süreçte bazı beldeler de ilk kez Müslümanların hâkimiyetine girdi. Babasının vefatından sonra devlet başkanı olan Yezid b. Muaviye, Kuzey Afrika valiliğine yeniden Ukbe b. Nâfi’yi getirdi. Onun gerçekleştirdiği fetih hareketiyle bölgenin önemli bir kısmında kontrol Müslümanlara geçti. Ukbe, Kuzey Afrika’da Araplara karşı ittifak yapan Bizans ve Berberîleri itaat altına almayı başardı.43 Ancak kazandığı zaferler sebebiyle rakiplerini küçümsemesi ve alınması gereken tedbirlerde ihmalkâr davranması sebebiyle bölgedeki Berberî kabilelerini bir araya toplayan Küseyle b. Kemren’in baskın saldırısı sonucunda yanında bulunan askerlerle birlikte şehit edildi. Bu hadiseyle Kuzey Afrika’nın kontrolü Müslümanların elinden çıkmış oldu.44 Ukbe b. Nâfi’nin şehit edilmesiyle birlikte Kuzey Afrika’nın kıyı şeridine Bizanslılar hâkim olurken, iç kısımlar ise Küseyle’nin liderliğindeki Berberîlerin eline geçti. Bölgedeki gücünü daha da artıran Küseyle, hücuma geçerek Ukbe’nin Kuzey Afrika’da inşa ettiği Kayravan şehrini zapt etti. Bölgedeki Müslümanlar can güvenlikleri sebebiyle Mısır sınırına kadar çekilmek zorunda kaldılar. Bu gelişme Kuzey Afrika’da Arap hâkimiyetini ve İslâmlaşmayı tehlikeye düşürdü. Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan, bunun üzerine Züheyr b. Kays el-Belevî komutasındaki büyük bir orduyu bölgeye sevk etti. Berka üzerinden Kuzey Afrika’ya geçen Züheyr, karşısına çıkan Berberî ordusunu mağlup ederek Kayravan’ı yeniden ele geçirdi. Daha sonra da bölgenin iç kısımlarında kontrolü sağladı. Bu esnada meydana gelen savaşlarda Berberîlerin lideri Küseyle öldürüldü. (H.69/M.688-689). Böylece Kuzey Afrika’da dengeler tekrar Müslümanların lehine değişmeye başladı. 45 Arap ordularının Kuzey Afrika’da Berberîler karşısında elde ettiği başarıyı kendi hâkimiyeti için de büyük tehlike olarak gören Bizans İmparatoru II. Justinianos (M.685-695), Müslümanların Akdeniz sahili boyunca ilerlemelerini engelleyebilmek amacıyla bölgeye büyük bir donanma sevk etti. Sicilya’dan da takviye birlikler alan Bizanslılar, Kartaca’ya46 çıkarma yaptılar. Deniz istikametinde Batıya doğru ilerlemekte olan Züheyr b. Kays, bu gelişme üzerine geri dönerek Bizanslıları karşılamaya karar verdi. Meydana gelen savaşta düşmana nazaran az sayıda olan Müslüman askerler yenilgiye uğradılar. Savaş esnasında hayatını kaybedenler arasında ordunun komutanı Züheyr b. Kays da bulunuyordu (H.69/M.688- 689).47 Ukbe b. Nâfi’nin öldürülmesinden sonra bu hadise, Kuzey Afrika’da Müslümanlar için ikinci bir duraklama sürecine sebep oldu.48 Züheyr b. Kays’ın Rumlar tarafından mağlup edilmesinden sonra Müslüman Arapların bölgede zor durumda kalmalarından istifade eden Berberîler, Müslümanlara karşı saldırı düzenlemeye karar verdiler. Ancak kendi aralarındaki kabile anlaşmazlıkları sebebiyle birlik sağlayamadılar. Buna karşılık Mısır valisi Abdüzaziz b. Mervan, Kuzey Afrika’da Müslüman varlığını tehlikeye düşüren şartları ortadan kaldırabilmek amacıyla halîfeden yeni kuvvet talep etti. Abdülmelik b. Mervan bunun üzerine Hassân b. Numân elGassânî idaresindeki büyük bir orduyu Suriye’den yola çıkardı.49 Gelen askerler ilk önce askerî ikmal üssü olan Trablusgarb’a ulaştılar. Bizanslıların elinde bulunan toprakları hedef alan asıl harekât buradan başlatıldı. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından Kayravan üzerinden hareket eden Müslümanlar karşılarına çıkan Bizans ordusunu mağlup ettikten sonra stratejik öneme sahip Kartaca’yı ele geçirdiler. Hezimete uğrayan düşman askerlerinin bir kısmı günümüzde Tunus şehrinin bulunduğu Tirtiş limanına sığınırken, geri kalanları ise Sicilya adasına ve İspanya’ya kaçtılar. Bizans İmparatoru Leontios (M.695-698) bu gelişme üzerine bölgeye yeni güç göndermeye karar verdi. Gelen Bizans donanması H. 78/M. 697 yılında Kartaca’yı Müslümanların elinden aldı. Bölgedeki Berberîler de bu savaşta Bizans ordularına yardımcı oldular. Neticede Akdeniz kıyıları Bizans’ın hâkimiyetine geçerken, iç kısımlar ise asıl adı Dıhye bint Mâtıyye olan ve büyücülük yapması sebebiyle Kâhine olarak bilinen Berberî bir kabile liderinin kontrolüne girdi.50 Müslümanlar bir yıl sonra gerçekleştirdikleri yeni bir askerî harekâtla Kartaca’ya tekrar hâkim oldular. Bu olumlu gelişmenin ardından Hassân b. Numân’ın ikinci Ifrikıye seferi başlatıldı. (H.81/M.700-701). Öncelikli olarak Berberî kabileleri üzerine yürüyen Hassân, Kuzey Afrika’nın iç bölgelerini kontrol altında tutan Kâhine’nin ordusunu mağlup etti. Çarpışmalar esnasında liderleri Kâhine’nin ölmesi Berberîlerin tamamen dağılmasına sebep oldu.

Sonuçta bölgede Müslümanların siyasî hâkimiyeti yeniden tesis edildi. Bu süreçte Hassân b. Numân’ın teslim olan Berberîlere iyi davranması, kendileriyle yakın ve dostane ilişkiler kurması, onların Müslümanlara karşı isyancı bir topluluk olmaktan çıkmasına vesile oldu. Hatta bu olumlu şartlarda Berberîlerin birçoğu Müslümanlığı kabul etti. Son gelişme Kuzey Afrika’da Araplar ile Berberîlerin siyasî ittifakının da ilk adımlarını teşkil etmiştir ki, yeni ittifakın ilk semeresi yakın gelecekte Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethi olacaktır.51 Kuzey Afrika’da Berberîleri kendi müttefiki haline getiren Hassân b. Numân, ardından bölgenin en önemli merkezi konumundaki Kartaca’yı elinde bulunduran Rumlar üzerine yürümeye karar verdi. Bu amaçla Hicretin 84. yılı Ramazan ayında (M. Eylül-Ekim 703) Kayravan’dan harekete geçti. Hassân’ın bölgeye geldiğini haber alan Rumlar Müslüman orduyu yolda karşılamaya çalıştılar. Ancak meydana gelen çarpışmalar Müslümanların üstünlüğü ile neticelendi. Rumlar bunun üzerine cizye ve harac karşılığında barış istemeye karar verdiler. Fakat şehirde yaşayanlar aynı gece yükleyebildikleri mallarını alarak Kartaca’yı gizlice terk ettiler. Ertesi sabah anlaşma yapmak amacıyla şehre gelen Müslüman askerler halkın şehirden ayrıldığını gördüler. Sonuçta hiçbir direnişle karşılaşmadan Kartaca tamamen Arapların eline geçmiş oldu.52

Emevîlerde Velid b. Abdülmelik’in devlet başkanı olduğu esnada Kuzey Afrika’da Müslümanlar gerek Bizans, gerekse bölgedeki  Berberî topluluklara karşı üstün durumdaydılar. Bu konumu daha ileri noktalara taşımak isteyen halîfe, Kuzey Afrika valiliğine getirdiği Mûsâ b. Nusayr’a bölgeye hareket emri verdi. Müslüman ordular ilk önce Berberîlerin merkezi olan Tanca’ya ulaştılar.53 Harekâtta öncü birliklere komuta eden Târık b. Ziyâd şehre idareci tayin edildi (H.89/M.708-709).54 Târık’ın emrindeki ordular buradan Kuzey Afrika’nın iç kısımlarına doğru başarılı fetihler gerçekleştirdiler.55 Müslüman ordularının Tanca ve civarını kontrol altına almalarından sonra asıl hedefleri Kuzey Afrika sahilinde Bizans’a tâbi stratejik önemi bulunan Septe56 idi. İspanya kralı Rodrik ile aralarında sıkıntı yaşayan Septe valisi Julien, Kuzey Afrika’da ilerlemekte olan Mûsâ b. Nusayr ile irtibata geçerek ona İspanya’ya geçmesinin uygun olacağı tavsiyesinde bulundu. Bu konuda karar verilirse Arap ordularına her türlü yardımı sağlayacağına dair söz verdi. Julien’in teklifiyle birlikte Kuzey Afrika’nın son kalesi Septe de kendiliğinden Müslümanların kontrolüne geçmiş oldu.57 Septe valisinin yaptığı teklifi ihtiyatla karşılayan Mûsâ b. Nusayr durumu halîfeye bildirdi. Velid b. Abdülmelik ise komutanına herhangi bir maceraya girmemesi ve tedbirli hareket etmesi talimatını verdi.58 Bunun üzerine Mûsâ b. Nusayr, durum tespiti amacıyla Julien’e ait gemilerle bir askerî keşif birliğini İspanya kıyılarına gönderdi. Öncü grubun komutanı olan Tarîf b. Mâlik İspanya’nın güney kesimlerinde yaptığı incelemelerde Gotların muhtemel bir Müslüman hücumuna karşı koyamayacakları kanaatine ulaştı. Karşı kıyıdan gelen ilk olumlu haberler Mûsâ b. Nusayr’ın İspanya’nın fethi konusundaki kararını netleştirdi. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Târık b. Ziyâd 5 Recep 92 (28 Nisan 711) Salı günü çoğunluğu Berberîlerden oluşan 7 bin kişilik bir ordunun başında Septe valisinin temin ettiği gemilerle İspanya’ya hareket etti. Müslüman fatihler boğazı geçerek daha sonra komutanlarının adıyla anılacak olan tepeye (Cebel-i Târık) ulaşıp çıkarma harekâtını başlattılar.59 Bu şekilde Kuzey Afrika, Endülüs fetihleri için de stratejik bir merkez haline geldi.  Nitekim buradan harekete geçirilen ordular, kısa sürede İspanya toprakla-rının Müslümanların hakimiyetine aldılar. 

Sonuç

İslâm fetihlerinin ilk adımları Mûte savaşı ve Tebük seferiyle Hz. Peygamber (sav) döneminde atılmıştır. Daha sonra Müslümanların yönetimini üstlenen devlet başkanları fetih hareketlerini üç kıtada yaygınlaştırmışlardır. İlk İslâm fütûhâtının en önemli ayaklarından birini teşkil eden Kuzey Afrika fetihleri, Suriye-Filistin fetihlerinin devamı mahiyetinde olmuştur. Müslümanlar Hz. Ömer zamanında Mısır topraklarına girerek Afrika kıtasında ilk fetihleri başarıyla tamamlamışlardır. Hz. Osman zamanında ise Kuzey Afrika topraklarının yarısı Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Daha sonraki fetihler ise Emevîler döneminde gerçekleştirilmiştir. Müslüman Arapların Kuzey Afrika’da kontrolü sağlamaları Mısır’a nazaran çok zor olmuştur. Zira gerek yerli halk olan Berberîler, gerekse Afrika’nın Akdeniz sahilini işgal etmiş bulunan Rumlar Müslümanların bu coğrafyada rahat bir şekilde ilerlemelerine imkân vermemişlerdir. Bu nedenle Kuzey Afrika toprakları Emevîler devleti süresince ülkenin en önemli iç sorunlarından biri olma hususiyetini devam ettirmiştir. Kuzey Afrika’da Müslüman fatihlere karşı direnişin kırılma noktası ise, bölgenin yerli halkı Berberîlerin Müslüman olmalarıdır. Burada İslâmlaştırma hareketinin ilk adımları Muaviye’nin halifeliği döneminde atılmış, daha sonraki süreçte bu faaliyet artarak devam etmiştir. Bu hususta en büyük gayret, Abdülmelik b. Mervan’ın Kuzef Afrika bölge komutanı Hassân b. Numân ile Ömer b. Abdülaziz’in Kuzey Afrika valisi İsmail b. Ubeydullah b. Ebû Muhâcir tarafından gösterilmiştir. Kuzey Afrika’da gerçekleşen İslâmlaşma hareketi, başlangıçta Müslüman fatihlere direnen unsurların, zamanla siyasî müttefik haline dönüşmelerini temin etmiştir. Müslüman Arap-Berberî ittifakı bu güç birliği sayesinde İberya Yarımadası’nı Müslümanlara açmış, böylece Batı Avrupa İslâm Medeniyeti’nin ilk adımları atılmıştır.  

***

Kayrevân / Kayruvân adı Farsça kārîvân / kârbân / kârvân (kervan, kafile) kelimesinin (Steingass, s. 947, 1003) “ordu, ordugâh” anlamını da kazandıktan sonra Arapçalaşmış şeklidir (Lane, VII, 2577). Şehre bu adın verilmesi, Emevîler’in İfrîkıye valisi Ukbe b. Nâfi‘ tarafından 50 (670) yılında, bölgede yaşayan halkı kontrol etmek ve gerçekleştirilen fetihlerin kalıcılığını sağlamak için ordunun bir hareket ve ikmal üssü olarak kurulması sebebiyledir. Günümüzde tahıl ve hayvan ticareti yapılan, ayrıca halıcılık, el sanatları ve turizm merkezi olan Kayrevan, Tunus Cumhuriyeti’nde ve başşehir Tunus’un yaklaşık 156 km. güneyinde bulunmaktadır, nüfusu 150.000’dir (1998).

Ukbe b. Nâfi‘in ilk önce bir cami ve hükümet konağı yaptırarak başlattığı şehrin kuruluşu çalışmaları beş yıl içinde tamamlanmış ve buraya Teym, Evs, Hazrec, Ezd, Tenûh, Kinde, Kinâne gibi Arap kabilesi mensupları ile Horasan’dan gelen göçmenler ve yerli Berberîler iskân edilmiştir. Kayrevan’ın kurulması müslümanlar için iyi sonuçlar vermiş ve bölgede kontrolün sağlanması yanında Berberîler’in İslâmiyet’i kabul etmelerine yardımcı olmuştur. Ukbe b. Nâfi‘in 55 (675) yılında görevden alınması üzerine İfrîkıye valiliğine tayin edilen Ebü’l-Muhâcir Dînâr, Ukbe’nin tesis ettiği şehri yıktırarak kendi karargâhının bulunduğu yerde Tekrevan adıyla yeni bir şehir kurma çalışmalarına başladı. Fakat yedi yıl sonra I. Yezîd Ukbe’yi yeniden valiliğe getirdi ve daha önce Mısır’a bağlı olan İfrîkıye’yi doğrudan hilâfet merkezine bağladı. Ukbe b. Nâfi‘ de vilâyet merkezini tekrar imar ettiği Kayrevan’a taşıdı. Arkasından Züheyr b. Kays el-Belevî’yi yerine vekil bırakarak bir yıl süren Mağrib seferine çıktı. Ancak dönüşte Bizanslılar’la ittifak yapan Berberîler tarafından tuzağa düşürülerek öldürüldü. Züheyr b. Kays da Berka’ya çekilmek zorunda kalınca Berberî reisi Küseyle b. Lemzem, Muharrem 64’te (Eylül 683) Kayrevan’ı ve buradan Berka’ya kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Bölge 69 (688-89) yılına kadar Küseyle’nin elinde kaldı. Aynı yıl Halife Abdülmelik b. Mervân, Berka’da bulunan Züheyr b. Kays’ı İfrîkıye valiliğine tayin etti ve onu Kayrevan üzerine gönderdi. Züheyr, ilk anda başarı kazanıp Küseyle’yi öldürmesine ve Kayrevan’a girmesine rağmen daha sonra onun Berka’dan ayrılmasını fırsat bilen Bizanslılar saldırıya geçerek burada bulunan az sayıdaki müslümanı öldürdü. Geri dönen Züheyr onlarla yaptığı savaşı kaybetti, kendisi de bu savaşta şehid oldu. Böylece İfrîkıye ve dolayısıyla Kayrevan ikinci defa Emevî hâkimiyetinden çıktı ve bölgeye Kâhine adlı bir kadın hâkim oldu.

Abdülmelik b. Mervân tarafından İfrîkıye valiliğine tayin edilen Hassân b. Nu‘mân el-Gassânî, 73 (692) yılında 40.000 kişilik ordusuyla Kayrevan’a girerek fetih hareketine başladı. Fakat üç yıl sonra Berberî Kâhine’ye yenilmesi İfrîkıye’nin tekrar elden çıkmasına sebep oldu. Hassân b. Nu‘mân büyük bir orduyla yeniden Kâhine’nin üzerine yürüyünce Kâhine elindeki bütün şehirleri yakıp yıkarak sonradan Bi’rikâhine denilen yere kadar çekildi ve burada yapılan savaşta yenilerek öldürüldü (82/701); bu olayın 79 (698) veya 84 (703) yıllarında cereyan ettiğine dair rivayetler de vardır. Hassân b. Nu‘mân, İfrîkıye’yi tam olarak hâkimiyeti altına alıp siyasî istikrarı sağladıktan sonra Kayrevan’ın etrafında yeni yerleşim alanları açtı ve şehrin genişlemesini sağladı. Ayrıca Ukbe b. Nâfi‘in yaptırdığı camiyi mihrabı hariç yıktırıp yeniden inşa ettirdi. Hassân’dan sonra İfrîkıye ve Mağrib valiliğine gönderilen Mûsâ b. Nusayr Kayrevan’a gelerek idareyi ele aldı; Mağrib, Akdeniz adaları ve Endülüs’te fetihler gerçekleştirdi.

Kayrevan’ın doğrudan Dımaşk’a bağlı bir eyalet merkezi olması durumu, Halife Abdülmelik b. Mervân ile kardeşi Mısır Valisi Abdülazîz b. Mervân arasında çıkan veliahtlık krizi sırasında bozuldu ve İfrîkıye eskisi gibi yine Mısır’a bağlandı; ancak Abdülmelik’in oğlu I. Velîd şehri tekrar hilâfet merkezine bağladı. İdarî açıdan rahata kavuşan Kayrevan bu defa da Arap-mevâlî ve Kelbî-Kaysî mücadelesine sahne oldu. Yezîd b. Abdülmelik tarafından İfrîkıye ve Mağrib valiliğine getirilen Yezîd b. Ebû Müslim, müslüman olan Berberîler’i ve mallarını ganimet kabul ederek humus alması ve onları cizye ve haraçla mükellef tutması gibi uygulamaları sebebiyle öldürüldü (102/720-21). Ubeyde b. Abdurrahman el-Kaysî’nin, kendisinden önceki bölge valisi Bişr b. Safvân el-Kelbî’nin tayin ettiği Kelbî kökenli valileri azledip çeşitli baskı ve hapis cezalarına tâbi tutması, onların yerine Kaysîler’i tayin etmesi, bu arada mevâlîye karşı da kötü davranarak Berberîler’e çeşitli haksız muamelelerde bulunması Arap-mevâlî ve Kelbî-Kaysî mücadelesini şiddetlendirdi. Hişâm b. Abdülmelik’in Ubeyde’nin yerine tayin ettiği Ubeydullah b. Habhâb el-Kaysî’nin de Kelbîler’e karşı Kaysîler’den, mevâlîye karşı Arapçı politikadan yana olması, bu süreç içerisinde Hâricîliği kabul etmiş olan Berberîler’in isyanına sebep oldu. 123’te (741) Hâricî Berberîler’in çıkardığı isyanlarda Kayrevan herhangi bir zarara uğramadı ve Hâricîler’e yenilen Araplar için güvenli bir sığınak vazifesi gördü. Şehir, Hanzale b. Safvân el-Kelbî’nin valiliği zamanında 124 (742) yılında Hâricîler’in Sufriyye koluna mensup olan Ukkâşe b. Eyyûb el-Fezârî ile Abdülvâhid b. Yezîd el-Hevvârî’nin hücumuna mâruz kaldı. Hanzale’nin Abdurrahman b. Ukbe kumandasında gönderdiği ordunun mağlûp olmasının ardından Asnam mevkiindeki savaşta Berberîler ağır bozguna uğradı ve Abdülvâhid savaş meydanında öldürüldü. Daha sonra Ukkâşe’nin üzerine yürüyen Hanzale, Karn dağı yakınında yapılan savaşta onu mağlûp etti ve Ukkâşe yakalanarak idam edildi (Cemâziyelâhir 124 / Nisan 742). 127 (745) yılında Ukbe b. Nâfi‘in torunlarından Abdurrahman b. Habîb ayaklandı ve Kayrevan üzerine yürüdü; müslüman kanı dökülmesini istemeyen Vali Hanzale’nin şehri boşaltmasıyla da içeri girerek duruma hâkim oldu ve son Emevî halifesi II. Mervân tarafından vali olarak kabul edildi. 140’ta (757) Sufrî Hâricîler’den Âsım el-Verfecûmî tarafından ele geçirilen Kayrevan’ı ertesi yıl İbâzî lideri Ebü’l-Hattâb el-Meâfirî geri aldı ve ileride Rüstemîler hânedanını kuracak olan Abdurrahman b. Rüstem’i buraya vali tayin etti. Ardından şehri, Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un İfrîkıye ve Mağrib valiliğine getirdiği Muhammed b. Eş‘as el-Huzâî zaptetti (Cemâziyelevvel 144 / Ağustos 761) ve etrafını surlarla çevirdi. Kayrevan 154’te (771) Sufrî ve İbâzî Hâricîler tarafından kuşatıldı; halk açlık felâketiyle karşı karşıya kaldı.

Ağlebîler hânedanı döneminde (800-909) Kayrevan çok parlak günler yaşadı, özellikle I. Ziyâdetullah zamanında bölge ilim, kültür ve ticaret merkezi haline geldi. Fâtımîler devrinde de (909-972) bu durumunu sürdüren şehir, 15 Ekim 944’ten itibaren bir yıl süreyle Hâricîler’den Ebû Yezîd en-Nükkârî’nin merkezi oldu. Zîrîler’in (972-1057) son yıllarında uzun süre Benî Hilâl tarafından kuşatma altında tutuldu. Zîrî Emîri Muiz b. Bâdîs şehri surlarla çevirdiyse de orada oturamadı ve 449 (1057) yılında Mehdiye’ye gitti. Savunmasız kalan Kayrevan’ı Bedevîler yağmalayarak yakıp yıktı. Ardından sırasıyla Muvahhidler, Benî Gāniye, tekrar Muvahhidler ve Hafsîler’in yönetimine giren Kayrevan 1534’te Barbaros Hayreddin Paşa tarafından zaptedildi ve zaman zaman Avrupa devletlerinin desteğindeki mahallî güçlerin eline geçmekle birlikte Fransızlar’ın işgaline uğradığı 1881’e kadar Osmanlı idaresinde kaldı. 1956’da bağımsızlığını kazanan Tunus Devleti’nin başlıca şehirlerinden biri oldu (ayrıca bk. TUNUS).

Kayrevan’a sadece İfrîkıye ve Mağrib’den değil Endülüs’ün ve Sicilya’nın çeşitli şehirlerinden de ilim tahsili için öğrenciler gelir ve ülkelerine döndükten sonra buradan aldıkları ilmî, felsefî anlayışı ve Mâlikî mezhebini yaymaya çalışırlardı. Kayrevan’dan pek çok âlim, edip ve şairle hekim-filozof yetişmiştir. Bunlar arasında Sahnûn b. Saîd, İbn Sahnûn, İshak b. İmrân, İshak b. Süleyman el-İsrâilî, Muhammed b. Hâris el-Huşenî, Ebû Ca‘fer İbnü’l-Cezzâr, İbn Ebû Zeyd, Kābisî, Kazzâz, Rakīk el-Kayrevânî, İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, İbn Şeref el-Kayrevânî ve Ali b. Abdülganî el-Husrî zikredilebilir (geniş bilgi için bk. Muhammed Zeytûn, s. 185-409). Bugün hâlâ ayakta olan, dünyanın en eski minaresine sahip Kayrevan Ulucamii ve Üç Kapılı Cami ile Sîdî Sâhib ve Sîdî Ubeyd türbeleri şehirdeki başlıca mimari eserlerdir.

AFRİKA  İSLAM KRONOLOJİSİ

 

M.S. 615   Müslümanlar Mekkelilerin zulmünden kaçmak için Habeşistan'a göç ederler. Habeş kralı Negus onlara iyi davranır ve daha sonra kendisi de İslam'ı kabul eder.

M.S. 670, H.S. 50      Ukbe bin Nafi, (Arapça: عقبة بن نافع) tam adı Ukbe bin Nafi bin Abdülkays el-Kureşi el-Fıhri, İslamı yaymak amacıyla Kuzey Afrika'ya seferler düzenlemiş Arap komutan ve Emevi valisi tarafından    Kayrevân (bugünkü Tunus'ta) Uqbe  bin Nafi tarafından kuruldu.

M.S. 680   H.S. 60   Uqbe   bin Nafi, (r.a) batıya yürüdü ve Afrika'yı İslam için talep etti.

M.S. 698, H. S. 78. Bizanslılar Kartaca'dan kaçarlar ve Müslümanlar Berberi Ülkesi'nde tam güç elde ederler.

M.S. 750, H.S. 132 Müslüman Araplar, Orta Doğu'da devasa bir İslam İmparatorluğu kurdular

M.S. 900, H.S. 287  Arap Tüccarlar Gana'ya ulaşır. Araplar nüfuz kazandıkça Gana halkına İslam'ı öğretiyorlar. Birçok devlet memuru ve tüccar İslam'a geçer. Bazı tüccarlar cami inşa etmek için büyük paralar harcıyor. İlk mühtediler arasında Güney Sahra'dan Mandinke halkı vardı. Arap tüccarlar Mandinke ve Wangara'da hizmet ettiler. Mandinke, birçok farklı insanla iletişim kuran küçük ticaret şirketleri kurarlar. İslam'ı Batı Afrika'ya yaydılar. Birçok insan, öğretilerinden ve ilk Müslümanların davranışlarından etkilendikleri için İslam'a döndü.
İslam bütün müminlerin kardeşliğini vurgulamıştır . Bu aynı zamanda farklı milletlerden insanlar arasındaki barışçıl ticareti de teşvik etti.

1000 M.S., 390 H.S. Timbuktu şehri kuruldu. Tüccarlar oraya yerleşirken yanlarında İslam alimlerini de getirirler. İslam alimleri Arapça konuşur ve yazarlardı. Batı Afrika kabileleri birçok farklı dil konuşuyordu ve bu yüzden İslam onlara konuşmaları için tek bir dil verdi. Timbuktu'daki hemen hemen her Müslüman okuma yazma öğrendi. Batı Afrikalı Müslümanlar için Kuran öğrenmek önemliydi.

1087 M.S., 480 H.S. Soninke, Al Moravids'te kontrolü Müslümanlar ele geçirdi.

1100 M.S., 493 H.S. Uzun zamandır Müslüman olan Berberiler, güç için savaşıyorlar.

1203 M.S., 599 H.S. Kral Sumanguru, Soninke kralını devirdi.

1235 M.S., 632 H.S. Mali Kralı, Kral Sumanguru'yu yendi ve Gana'yı aldı. Bu yıl Gana'nın fethi kutladı.

1307 M.S., 706 H.S. Dindar ve dönemin en zenginlerinden olan Mansa Musa, Mali'nin kralı olur. Onun yönetimi altında, İslam'a dönüşüm büyük ölçüde arttı. Amerika Kıtasına bu dönemde   Mansa Musa trafından gemilerle gidildiğide tarihçiler tarafından belirtilmektedir.

***

İslam'ın Afrika'da yayışı nasıl oldu? İlk ne zaman Afrika'ya gidildi? Peygamber Efendimiz döneminde Afrika'da İslam, Sahabiler ve daha sonrasında İslam'ın Afrikakıtası üzerinde ki etkileri...

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V) DÖNEMİNDE VARILAN İLK NOKTA HABEŞİSTAN

 

İslâm’ın ilk yıllarında Mekkeli müşrikler, Peygamber Efendimiz’i dâvâsından döndürmek için muhtelif tekliflerde bulundular. Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’nden herhangi bir tâviz koparamayınca, yıldırma hareketlerine başvurdular. Müslümanlara karşı eziyet ve işkencelerini gün geçtikçe artırdılar. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz müslümanlara, Habeşistan’a hicret edebileceklerini, zira orada halkına zulmetmeyen bir hükümdârın bulunduğunu söyledi. Bunun üzerine bir kısım müslüman oraya hicret etti. Böylece İslâm, Medîne’den önce Afrika’ya ulaşmış oldu.

 

Müşrikler, hicret eden müslümanları geri getirmek için, kıymetli hediyelerle birlikte elçiler gönderdiler. Müşriklerin iftirâ ve yalanlarını dinleyen Necâşî, sözü müslümanların temsilcisi Câfer bin Ebî Tâlib’e verdi. Cafer (r.a) güzel bir konuşma yaptı. Bunu sükûnet ve dikkatle dinleyen Necâşî:

 

“–Peygamber olduğunu iddiâ eden o şahsın, Allah’tan aldığı şeylerden ezberinizde olan var mı?” diye sordu. Cafer (r.a), “Evet” deyince biraz okumasını istedi. Cafer (r.a) hûşû içinde Meryem Sûresi’nden okumaya başladı. Zekeriyyâ (a.s), sonra Yahya (a.s), onun ardından Meryem vâlidemizle ilgili âyetler birbirini takip etmeye başlamıştı. Bütün bunlar, Kur’ân dilinden işitildikçe kalpler yumuşamış, gözlerden yaşlar boşanmaya başlamıştı. Câfer (r.a) tilâvetine son verince gözü ve gönlü dolu dolu olan Necâşi başını kaldırıp:

 

“–Şüphesiz şu dinlediklerim ile Hz. İsâ’nın getirdiği, aynı nûr kaynağından fışkırıyor!” dedi. Sonra da Kureyş elçilerine dönerek:

 

“–Geldiğiniz yere geri dönün! Allah’a yemin olsun ki onları size aslâ vermem” dedi ve onları başından savdı. O günlerde müslüman olan Necâşî, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet dolu mektublar yazdı, hürmetlerini arzetti ve karşılıklı hediyeleştiler.[1]

 

Bir müddet sonra da elçilerini Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e gönderdi. Allah Rasûlü (s.a.v) onlarla yakından ilgilendi ve bizzat hizmet etti. Ashâb-ı kirâm, “Siz yorulmayın, biz hizmet ederiz!” deyince, Efendimiz (s.a.v)’in verdiği cevap çok mânidardır:

 

“–Bunlar Habeşistan’a hicret eden ashâbıma yer gösterip ikrâmda bulundular. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim!” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, VI, 518, VII, 436)

 

Bir kısım müslümanlarla yaklaşık 15 sene Habeşistan’da kalan Câfer-i Tayyar (r.a) hicretin 7. senesinde Medine’ye döndü. Necâşî, Câfer (r.a) ile birlikte 70 Afrikalı göndermişti. Onların hepsi de, kilise ve din adamlarının en iyileri idi. Rasûlullah (s.a.v), onlara Yâsîn Sûresi’ni okudu. Sûreyi sonuna kadar dinlediler, ağladılar ve hakikati idrak ettiler:

 

“–Bu, Hz. İsa’ya indirilene çok benziyor!” diyerek müslüman oldular.[2]

 

Bir gün Rasûlullah (s.a.v) Hz. Câfer’e, Habeşistan’da gördüğü câlib-i dikkat hâdiseleri anlatmasını isteyince, Câfer-i Tayyar şu hâtırasını nakletti:

 

“Bir gün oturuyorduk. Yaşlı bir râhibe yanımızdan geçti. Başında da büyükçe bir su testisi vardı. Bir genç bu zavallı kadını arkasından itti. Kadın iki dizinin üstüne düştü ve başındaki testi kırıldı. Rahibe ayağa kalkarak o gence şöyle bir baktı ve:

 

“–Ey zâlim! Yarın Allah Teâlâ adâlet kürsüsünü ortaya koyduğunda, gelmiş geçmiş bütün insanları bir yere topladığında, eller ve ayaklar yaptıklarını itiraf etmeye başladığında ve Allah mazlumun hakkını zâlimden aldığında, aramızdaki dâvanın nasıl hâlledildiğini göreceksin!” dedi.

 

Bu sözleri duyunca, Peygamber Efendimiz tebessüm etti ve şöyle buyurdu:

 

“–Kadın doğru söylemiş. Evet, doğru söylemiş. Zayıfların hakkının güçlülerden alınmadığı bir toplumu Allah nasıl temize çıkarır!” (İbn-i Mâce, Fiten, 20; Ebû Ya’lâ, Müsned, IV, 7-8; İbn-i Hibbân, XI, 443-444)

 

Tebük dönüşü Receb ayı içinde iken, Habeş Necâşîsi vefât etmişti. Allah Rasûlü (s.a.v) Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve:

 

“–Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılalım!” buyurdu.

 

“–Yâ Rasûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât (s.a.v):

 

“–Necâşî Ashama’dır! Bugün Allah’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allâh’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve gıyâbî cenâze namazı kıldırdı. (Müslim, Cenâiz 62-68; Ahmed, III 319, IV 7)

 

Daha sonra, Necâşî’nin tam olarak Allah Rasûlü’nün haber verdiği gün vefât ettiği öğrenildi.

 

HZ. ÖMER (R.A.) DÖNEMİ AFRİKA

 

İslâm Hz. Ömer (r.a) zamanında Afrika’nın farklı bölgelerinde yayılmaya devam etti. Hz. Osman (r.a) kumandanlarına, hiç vakit kaybetmeden Afrika üzerinden gidip Cebel-i Târık’ı geçerek Endülüs’e girmeleri emrini vermişti. Bu emir, İstanbul’un batı yönünden sıkıştırılarak fethin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple o, Endülüs seferine katılanlara şu mektubu yazmıştı:

 

“İstanbul ancak Endülüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, âhir zamanda İstanbul’u fethedenlerin ecrine siz de ortak olursunuz. Ve’s-selâm.”[3]

 

Böylece Hz. Osman (r.a) devrinde, Kuzey Afrika’daki fetihler tamamlanmış, İslâm’ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans’ın batıdan sıkıştırılması planları tatbîkâta konulmuştur.

 

Bu esnâda Bizans’ın zâlim idaresinden ve kilisenin baskısından iyice bunalmış olan Afrika kabileleri kolayca müslümanların yanında yer alıyor ve sonra da İslâm’a giriyordu.

 

Muâviye bin Ebî Süfyân zamanında Ukbe bin Nâfi‘ (r.aleyh), Afrika’ya gönderildi. Tevhîd sancağını Afrika’ya taşıyan Hazret-i Ukbe, Kayravan’ı zaptedince oraya idâreci tayin ettiği Züheyr bin Kays’a:

 

“–Ben nefsimi Allâh’a sattım. Allâh’ı inkâr edenlerle cihâd etmeye son nefesime kadar devam edeceğim.” diyerek yüreğindeki îlâ-yı kelimetullah heyecanını ifâde etti. Hakîkaten, nâil olduğu sayısız zaferler neticesinde pek çok beldeyi fethetti. Sonunda sınırlar okyanusa dayandı. Ukbe (r.aleyh) ellerini yüce dergâha açarak:

 

“–Yâ Rabbî! Şu okyanus olmasaydı muhakkak ki Sen’in yolunda cihâd ederek önümdeki beldelerde ilerlemeye devam ederdim.” dedi. Böylece îmânı aşkla yaşayan bir mü’minin gönül ufkunu sergiledi.[4]

 

TİCÂRET VE TASAVVUF İLE AFRİKA

 

Daha sonraki zamanlarda İslâm’ın Afrika’da yayılmasına ticâret ve tasavvuf erbabının büyük hizmetleri oldu. Müslüman tâcir ve tebliğcilerin gü­nün belli zamanlarında abdest alıp na­maz kılmaları, dua etmeleri, cuma ve bayram namazları, kurban kesme gibi ibadetleri yerlilerin dikkatini çekti. Onlarla kurulan yakın ve samîmî münasebetler, muhtaç ve kimsesizlere yapılan yardımlar güven telkin etti ve müslümanlarla kolayca kaynaşmalarını sağladı. Müslüman tâcir ve muha­cirlerin yerli kadınlarla evlenerek akrabâ olmaları da İslâm’ın tebliğini kolaylaştırdı. Müslüman tebliğciler sınıf far­kı gözetmezdi. Yerliler, müslüman olur olmaz kendilerini tebliğcilerle aynı seviyede bulurlardı. Hristi­yan misyonerler ise kendilerini yerli halk­tan üstün görür, yerli kadınlarla ev­lenmezdi. Bu durum, İslâm’ın siyahların dini, hristiyanlığın da beyazların dini olduğu şeklinde bir yanlış kanaatin doğmasına yol açtı.

 

Tasavvufî ahlâkın Afrika’ya yerleşmesiyle kabileler arası iç kavgalar sükûnete erdi, tefrikanın önüne geçildi ve insanlar birbiriyle kardeş oldular. Tasavvuf ehli, medrese ve zaviyelere büyük ehemmiyet verdi. Köleleri satın alıp âzâd ederek tasavvufî terbiyeden geçirdikten sonra tebliğde bulunmak üzere kendi memleketlerine gönderdiler. Bu faaliyet, İslâm’ın tebliğinde son derece faydalı oldu.

 

15. asırda Avrupalı devletler ekonomik maksatlarla Afrika’ya girmeye başladılar. 17. asırda Afrika’yı sömürme husûsunda birbirleriyle rekâbete giriştiler. Kıtadaki altın, fildişi, baharat, palmiye yağı gibi kıymetli eşyâyı götürüyor, insanları köleleştirip gemilerle Avrupa’ya taşıyor ve satıyorlardı. Buna karşı çıkan yerliler şiddetle ve kanlı bir şekilde bastırılıyordu.

 

18. asrın sonlarına doğru Afrika’nın iç bölgelerini ve zenginliklerini keşfetmek için şirketler kurulmaya başladı. Devletlerin desteğiyle seyyahlar, kıtayı karış karış gezip inceliyordu. Onların ardından kilisenin desteğiyle misyonerler Afrika’nın her tarafına dağıldılar.

 

19. asırda hızlı sanayileşme neticesinde Avrupa ülkeleri, ucuz ham madde temini ve ürettikleri mallar için yeni pazarlar bulma gâyesiyle Afrika’yı ve uygun buldukları diğer yerleri sömürgeleştirmeye hız verdiler. Afrika’yı hızla ele geçirip fiilen işgal ettiler ve paylaştılar.

 

Afrika, 1950’den sonra yavaş yavaş hürriyetini kazanmaya başladı. Ancak bu seferde Avrupa devletleri, Afrikalıları iktisâdî açıdan kendilerine bağlamış ve geriye iç çatışmalara sebep olan sûnî sınırlar, azınlıklar, batı kültürüyle yetiştirdikleri insanlar gibi pekçok mesele bırakmışlardı.

 

Sömürge döneminde Afrika’da pekçok İslâmî cihâd hareketi ve tasavvufî faaliyetler oldu. Bunlar, o bölgede İslâm’ın ayakta kalmasını sağladı. 1950’lere kadar Fransa’nın Afrika’daki sömürge vâliliği vazifesini yürüten hristiyan yazar Hubier Deshan, Siyah Afrika’da Dinler isimli eserinde şöyle der:

 

“İslâm’ın çoğu yerdeki yayılışı, zorlamaya dayalı değildir. Tam aksine muhtelif vasıflara sahip dâvetçilerin iknâ kabiliyetleriyle gerçekleşmiştir. Bu dâvetçilerin entrikalardan haberleri yoktu, maddî güçleri de bulunmuyordu. İslâm daha çok, kavimden kavime barışçı sızmalar şeklinde yayılıyordu. Aristokratlardan biri müslüman olunca ki dâvetçilerin hedefleri de budur, hemen arkasından tüm kabile onu izliyordu. İslâm’ın yayılışını kolaylaştıran bir diğer unsur da onun fıtrî bir din olmasıdır. Onu kavramak kolaydır. Esaslarında ve kâidelerinde bir giriftlik ve karışıklık söz konusu değildir. Farklı ortamlara uyum sağlaması ve girmesi kolaydır. Bir insanın İslâm’a girmesi çok basittir. Kelime-i şehâdet’i söylemesi yeterlidir. Bunu söyler söylemez artık o müslümandır.” (M. Hüseyin Fadlallah, İslâm ve Kuvvetin Mantığı, s. 217)

 

AFRİKA'DA GAYRİ-İSLAMİ MİSYONERLİK ÇALIŞMALARI

 

Afrika’da misyonerlik faaliyetleri 1860’tan sonra çok genişlemiş ve bugün artık Büyük Sahra’nın güneyindeki sahalarda hristiyan misyonu bulunmayan pek az yer kal­mıştır. Bununla birlikte hristiyanlık, İslâm dininin uzun zamandan beri hâ­kim olduğu bölgelerde fazla sayıda in­sanı dininden döndürmeye muvaffak olamamıştır. Bugün ise İslâm’ın h­ristiyanlık’tan daha hızlı yayıldığı gö­rülmektedir. Umûmî olarak Büyük Sahra’nın güneyin­deki ülkelerde nüfusun % 25’ten biraz fazlası müslümandır. Hristiyanların ora­nı % 25’ten az olup kalan % 50’si gele­neksel kabile dinlerine bağlıdır. Afrika nüfusunun yaklaşık % 50’si müslümandır. Gine körfezinin kuzey kıyıları boyunca sıralanan ülkelerde ise nü­fusun % 80’den fazlası, Kuzey Afrika ülkeleri ile Somali’nin de tamamı müslümandır. Kon­go Halk Cumhuriyeti ile Zambiya’da ise müslüman azdır.

 

MÜSLÜMAN NUFÜS ORANININ EN YÜKSEK OLDUĞU KITA

 

Afrika, müslüman nüfus oranının en yüksek olduğu kıtadır. İslâm, Afrika’da yalnız inançların değişmesine yol açmamış, bunun yanında sosyal, kül­türel ve iktisadî bakımdan da kıtada bir gelişme unsuru olmuştur. Dar âile ve kabile bağları, yerini za­manla daha güçlü sosyal ve siyasî bağ­lara terketmiş, kabileler birleşerek dev­letler kurmuşlardır. Eğitim ve kültür seviye­si yükselmiş, büyük ilim ve kültür mer­kezleri teşekkül etmiştir. Ticaret, sanat ve ziraatta büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. İslâm’ın tesiriyle insan eti ye­me, tanrılara insan kurban etme, ço­cukları diri diri toprağa gömme gibi in­sanlık dışı âdetler kalkmış, çırılçıplak ge­zenler örtünmeye, hiç yıkanmayanlar yıkanmaya başlamıştır. Bilhassa Kuzey ve Batı Afrika’da baştan beri birbirini ta­kip eden İslâm cihad ve ıslah hareketle­ri ile tarikatlar, ger­çek İslâmî inanç ve hayat tarzının yerliler arasında yerleşmesini sağlamışlardır. Hac ibadetinin de bu hususta çok mühim faydaları olmuştur.[5]

 

İslâm, daha çok şehir merkezlerinde görülmektedir. Bu sebeple İslâm’ı, kırsal bölgelere ve köylere taşıyacak samîmî ve gayretli yerli tebliğcilere çok ihtiyaç vardır.

 

Dipnotlar:

 

[1] İbn-i Hişâm, I, 358-360; İbn-i Sa’d, I, 258; Taberî, Tefsir, VII, 4, (el-Mâide, 83); Hamîdullâh, el-Vesâik, s. 100, 104-105.

[2] Bkz. Taberî, Tefsir, VII, 4 (el-Mâide 82); Kastalânî, Mevâhib, I, 292; Diyarbekrî, II, 31.

[3] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 144; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 93; Muhammed Hamidullah, “Fethul-Endelüs (İspanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li’l-Hicre”, İ.Ü. Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978, VII, 221-225.

[4] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut, 1385, IV, 105-106. Ukbe bin Nafi (r.aleyh) duası müstecâb bir zât idi. Afrika’ya gidince bugünkü Kayravan şehrinin olduğu yere geldi. Burası sık ağaçlık bir ormandı, her taraf taşlar, yılan, çıyan ve yırtıcı hayvanlarla doluydu. Ukbe, Allah’a dua etti ve yüksek sesle üç defâ:

“–Ey vâdî ehli! İnşaallah biz buraya yerleşeceğiz. Buradan ayrılıp gidin!” dedi.

Bütün ağaçların ve taşların altından yılanların ve diğer yırtıcı hayvanların yavrularını sırtlarına ve kucaklarına alarak çıkıp gittiği görüldü. Ukbe yanındakilerle birlikte vâdiye indi ve onlara:

“–Allah’ın ismiyle buraya yerleşin!” buyurdu. Böylece Kayravan şehri kurulmuş oldu.

Bu hâdiseyi müşahede eden yerli halktan (Berberîlerden) pek çoğu müslüman oldu. (Bkz. Zehebî, Târihu’l-İslâm, I, 601; İbn-i Abdilber, İstiab, I, 331; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, VIII, 45)

 

Ukbe g bir yere gelip konaklamıştı. Orada hiç su yoktu. İnsanlar o kadar susadılar ki neredeyse helâkin eşiğine geldiler. Ukbe g iki rekât namaz kıldı ve dua etti. Ukbe’nin atı ön ayaklarıyla yeri kazıyordu. Birden ayaklarının altından su fışkırmaya başladı. Ukbe g insanları çağırdı. Orayı avuçlarıyla kazıp genişlettiler ve su kaynağı hâline getirdiler. Sonra da o sudan içerek ihtiyaçlarını karşıladılar. O suya “Mâü’l-feres: At Suyu” ismi verildi. (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, IV, 106)

[5] Diyanet İslâm Ansiklopedisi, “Afrika” maddesi, İstanbul 1988, I, 418-439.

Kaynak:

www.kuranvesunnetyolunda.com

https://www.albalagh.net/kids/history/africa.shtml 

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/143729

https://islamansiklopedisi.org.tr/kayrevan

Bu sayfa 4538 kişi tarafından okunmuştur
<