BEDİÜZZAMAN, AFYON VE AVUKAT HİKMET GÖNEN
Afyon Cezaevi
Hükümet Konağı ve Afyon Hapishanesi
Şiddetli geçen bir kış ayının dondurucu soğukları bütün şiddetiyle devam ediyordu. Yer Afyon, mekân ise Afyon zindanlarıydı. 28 Ocak 1948 tarihinde Afyon hapsine bırakılan Bediüzzaman Hazretleri, bu hapiste cebren tam 20 ay kadar kalır.
1912 Afyon doğumlu olan Ahmet Hikmet Gönen, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin 1948 Afyon Mahkemesi avukatlığını yapmıştır. Risale-i Nur’da, ‘Avukat Hikmet’ olarak adı geçen Ahmet Hikmet Gönen, Afyon Baro Başkanlığı görevinde de bulunmuştur.
Ahmet Hikmet Gönen, 1948 yılında,adliyeye Üstad Bediüzzaman’ı ziyarete gitmiş, ilk defa adliye koridorunda karşılaşıp selamlaşmıştır. Avukat olduğunu söyleyince, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Allah rızası için çalıştığını. Hakkında haksız yere dava açıldığını” ifade ederek vekaletini üzerine almasını istemiştir. Hikmet Gönen de bu isteği yerine getirerek Üstad Bediüzzaman Hzaretlerinin avukatlığını kabul etmiştir.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Allah rızası için çalışıyorum’ sözünden etkilendiğine işaret eden Ahmet Hikmet Gönen, ”Avukat arkadaşlar davayı kaç paraya aldığımı sordular? Çok paraya, dedim. Halbuki para falan yoktu, davayı Allah rızası için kabul etmiştim. Bediüzzaman “Ben Allah rızası için çalışıyorum. Benim talebelerim de Allah yolunda, din, iman yolundadır. Dünyalık maksadımız yoktur.Sözünden etkilenmiştim.”
Avukat Ahmed Hikmet Gönen, On Dördüncü Şua’da, “Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dahiliye Bakanlığına” diye başlayan ve “Bir tek gayem vardır” şeklinde devam eden dilekçeyi 1948 senesinde yazar ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerine sunar,Üstad Hazretleri bu parçayı beğenip takdir eder ve altına kendi imzasını atarak yayınlar. O dilekçe şöyle:
Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dahiliye Bakanlığına
Hürriyet ilânını, Birinci Harb-i Umumîyi, mütareke zamanlarını, Millî Hükûmetin ilk teşekkülünü ve Cumhuriyet zamanını birden derk eden bütün hükûmet ricâli beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber, müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim.
Bitlis vilâyetine tâbi Nurs köyünde doğan ben, talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücâdele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inâyet-i İlâhiye ile mağlûp ede ede İstanbul’a kadar geldim. İstanbul’da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek, nihayet rakiplerimin ifsadatıyla, merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve Otuz Bir (31) Mart Vak’asındaki hizmetlerimle İttihad ve Terakki hükûmetinin nazar-ı dikkatini celb ettim. Câmiü’l-Ezher gibi, “Medresetü’z-Zehrâ” namında bir İslâm üniversitesinin Van’da açılması teklifiyle karşılaştım. Hattâ temelini attım. Birinci Harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis’te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul’a geldim.
Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye âzâ oldum. Mütareke zamanında, istilâ kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul’da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van’da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre “Eski Said”i gömdüm. Büs bütün âhiret ehli “Yeni Said” olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım.
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ yani, “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım. Ve Kur’ân-ı Azîmüşşânın tetkik ve mütalâasıyla vakit geçirerek “Yeni Said” olarak yaşamaya başladım. Fakat kaderin cilveleri, beni menfî olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur’ân-ı Kerîmin feyzinden kalbime doğan füyuzâtı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına “Risale-i Nur” ismini verdim. Hakikaten Kur’ân’ın nuruna istinad edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilham-ı İlâhî olduğuna bütün imanımla kaniim ve bunları istinsah edenlere “Bârekâllah” dedim. Çünkü iman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu.
Bu risalelerim birtakım iman sahipleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki, Müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlâhîdir. Bu sevk-i İlâhîye hiç bir sahib-i iman mâni olamayacağı gibi, teşvike de dinen mecbur bulunduğumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüz otuzu bulan bu risaleler tamamen âhiret ve iman bahislerine ait olup, siyasetten ve dünyadan kastî olarak bahsetmez. Buna rağmen birtakım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu. Üzerinde tetkikat yapılarak Eskişehir, Kastamonu, Denizli’de tevkif edildim; muhakemeler oldu.
Neticede hakikat tecellî etti, adalet yerini buldu. Fakat bu düşkünler bir türlü usanmadılar. Bu defa da beni tevkif ederek Afyon’a getirmişlerdir.”
….. ….. …..
Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.
Mevkuf
Said Nursî”
Daha sonraki yıllarda, Afyonkarahisar’dan İstanbul Erenköy’e taşınan Ahmed Hikmet Gönen, İstanbul’da 2002 yılında 90 yaşında iken vefat etmiştir. Kabri, Afyonkarahisar’da olan Hikmet Gönen’e, Allah’tan rahmet dileriz.
XX
Merhum Mustafa Sungur Ağabey o tahliye gününe dair şu hatırayı nakleder;
Üstadımız 20 Eylül 1949’da tahliye edilir: “Zübeyr Ağabey, ev tutmuştu tahliye olduktan sonra. Orada Zübeyr Ağabey, Konya’dan Ziya Nur ve ben sabah tesbihat yaparken duydum ki dışarıdan at sesi geliyor.”

Mustafa Sungur anlatmaya devam ediyor:
“Sabah namazını kıldık, baktık fayton sesi. Üstad geliyor. Sabah kalabalık olmasın diye Üstad’ı erkenden tahliye etmişler. Üstad geldi, bizi polislere gösterdi ve ‘Bunlar Türk milletinin medar-ı iftiharlarıdır’ dedi. Üstad o şeyde bile davasını anlatıyor yani.Sonra Hz. Üstad iki ay kadar kaldı Afyon’da.”
Ve Netice
Afyon mahkemesini tertib ve iftiralarla açtıran gizli dinsizler, Bedîüzzaman’ı i’dam etmek plânını çevirmişlerdir. Bu fevkalâde ehemmiyeti haiz büyük müdafaatın bir parçasını aşağıya aldığımız kısım böyle imhacı zalim dinsizlere karşı onun ölümü hiçe sayarak haykırdığı hakikatlerdir. Neticede, Temyiz Mahkemesi mahkûmiyet kararını nakzetti. Ve aynı mahkeme iki defa Bedîüzzaman’a beraet verdi. 20 Eylül 1949’da Bediüzzaman tahliye etti. Ve Nihayet bütün Risale-i Nur Külliyatı ve beşyüze yakın mektublar bilâ-kayd u şart Bedîüzzaman’a iade edildi.
.jpg)
Üstad, Afyon Hapishanesi çıkışında talebeleri Mehmet Çalışkan (solda) Süleyman Rüştü Çakın (solda) ve Osman Çalışkan (sağda) ile birlikte
Afyon hapishanesinin Afyon Belediyesi tarafından hazırlanan kitapçıktaki bilgiler:
1947 yılının Aralık ayına gelindiğinde Afyonkarahisar Hapishanesi ünlü bir kişiyi daha ağırlamaktadır. Risale-i Nur hareketinin öncüsü Üstad Bediüzzaman Said Nursi zorunlu ikamete tabi olduğu Emirdağ ilçesinde ‘’gizli cemiyet kurma’’ suçlamasıyla 15 kadar talebesiyle tutuklanarak Afyon’a getirilir ve cezaevine konur. Bu guruba sonradan diğer şehirlerden tutuklanarak getirilen diğer Nur talebeleri de eklenecektir. Mahkemenin sonuçlandığı 1950 yılı ortalarına kadar yaklaşık 2,5 yıl cezaevinde kalan Nur talebeleri burada geçirdikleri günlerden sitayişle bahsederler.11
Aynı yıllarda cezavinde yatan mahkum sayısı çok kalabalıktır. 500 ile 650 kişi arasında değişen hapishane mevcudu 4 koğuşu olan Afyonkarahisar Cezaevi için çok fazladır. 50 kişilik koğuşlarda 150 kişi yatmaktadır. Ranza sistemi yoktur, mahkûmlar yere serdikleri şiltelerde yatmaktadırlar. Rutubet yalnız taşları değil demirleri bile çürütmüştür. Bu kadar mahkûmdan sorumlu olan gardiyan sayısı ise sadece 17 kişidir. Başgardiyan ise Başkomutan Meydan Muharebesi sonrasında kaçan Yunan ordusu Başkomutanı Trikopis’i esir eden Ahmet Çavuş’tur. Bu kadar olumsuzluğun yanına, kötü muamelede eklenince 27 Mayıs 1948’de mahkûmlar isyan çıkarmışlardır. Bazı gardiyanların yaralanması ve rehin alınması olayın vahametini artırmış, Vali Abidin Özmen ve gazeteciler cezaevine çağırılarak isyan yatıştırılmaya çalışılmıştır. Taleplerini dile getiren mahkûmların isteği ise sadece daha iyi koşullar ve insanca muameledir.12
1964 yılında şehrin içindeki bu daracık cezaevinde 382 mahkûm kalmaktadır. O günlerde fahri vaiz Fikri Sarı bu mahkûmları dini, fikri, kültürel ve ahlaki konularda aydınlatmayı düşünmektedir. Bu düşüncesini Cezaevi Müdürü Kemal Keçeli’ye açar.Onunda tasvibiyle her Pazartesi ve Cuma günleri avluda toplanan mahkûmlara belli konularda vaazlar verir. Burada amaç cezasını bitirip tekrar toplum içine dönen mahkûmların sosyal yaşama uyum sağlamış iyi birer insan olmaları düşüncesidir.13
Bakımsızlığı, şehrin ortasında kalması ve kötü muamele sebebiyle sık sık gündeme gelen eski cezaevinin yerine 1975 yılında Konya yolu üzerinde geniş bir alanda yeni bir hapishane yapılmasına başlanmıştır. Nihayet 26 Nisan 1977 günü eski cezaevi boşaltılarak mahkûmlar yeni binaya nakledilirler. Boş bir şekilde birkaç ay bekleyen 77 yıllık taş bina aynı yılın Haziran ayı sonunda Belediye ekiplerince yıkılmaya başlanmıştır.14
Cezaeviyle aynı tarihlerde yapılan eski Hükümet Konağı’nın 1974 yılındaki yıkımından 3 yıl sonra onunla aynı akıbeti yaşayan binanın yıkım gerekçesi ise yerine yeni Hükümet Konağı yapılması amacıyladır. Eski cezaevinden bugüne gelebilen tek iz 8-10 yıl öncesine kadar sokak tabelasında varolan “Dam ardı Sokak’’ tı. Malum halk arasında cezaevinin bir diğer adı da “Dam’’ Eski cezaevinin arkasında kalan bu sokağın adı da geçtiğimiz yıllarda değiştirildi ve eskiyi hatırlatacak son izde silindi.
Kaynaklar:
11 KUL Ahmet Feyzi ‘’ 163’ün Afyon Müdafaasından’’
12 Behçetoğlu “Hapishane Akşamları’’ Türkeli Gazetesi 7 Ocak 1985
13 “Afyon’da Bir Din Adamı Mahkûmları Yola Getirdi’’ Hürriyet Gazetesi 23 Ocak 1964
14 “Eski Cezaevinin Yıkılmasına Başlandı’’ Kocatepe gazetesi 1 Temmuz 1977
https://www.afyon.bel.tr/upload/tr/dosya/icerikyonetimi/629/07012019161109-2.pdf