BEDİÜZZAMAN' IN TALEBESİ HÜSNÜ BAYRAMOĞLU
HÜSNÜ BAYRAMOĞLU
Diğer İsimleri: Hüsnü Bayram, Safranbolulu Hüsnü
Doğum Yeri ve Tarihi: Safranbolu, 15 Şubat 1935
Vefat Yeri ve Tarihi: İstanbul, 18 Nisan 2021
Kabrinin Yeri: Eyüp Sultan Mezarlığı, İstanbul
Hüsnü Bayramoğlu 15 Şubat 1935 tarihinde Safranbolu’da doğdu. Ecdadları Horasan Erenlerindendir. Anadolu'ya gelmiş ve irşad faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Dedeleri için Safranbolu halkı türbeler inşa etmiş, ehl-i velayet ve sahib-i keramet oldukları dilden dile dolaşmıştır.
Babası Hıfzı Bayram Safranbolu’da berberlik mesleğini icra etmiş fakat berber dükkanı aynı zamanda ulemanın ve eşrafın buluşma yeri, ilmi meseleleri istişare ve müzakere yeri olmuştur. Hatta zamanın Safranbolu Müftüsü (Fatsalı Said Efendi) müftülükten ziyade vaktinin ekserisini Hıfzı Efendinin berber dükkanında geçirirmiş.
Bediüzzaman ve Risale-i Nurla Tanışması
Türkiye’nin en karanlık bir istibdad devrini yaşadığı, Dünyanın ise 2. Dünya Savaşı ile cehenneme döndüğü bir ortamda Kastamonu’ya sürgün edilmiş Bediüzzaman Said Nursi’yi Hıfzı Efendi ziyaret ederek 'İki tane oğlum var' dediğinde Üstad da ona 'Sana risale vereceğim, bunları yazacaksınız, okuyacaksınız, neşredeceksiniz; sizin hanenizi medrese-i Nuriye kabul ediyorum. Hem seni, hem aileni, hem de Hüsnü ve Yılmaz'ı talebeliğime kabul ediyorum' der.
Hıfzı Efendi eve dönünce evlatlarına 'Ben böyle büyük bir zatı ziyaret ettim, size selamı var, size dua etti, sizi tanıyor' der. Hıfzı Bayram, Bediüzzaman Said Nursi’den aldığı risaleleri efrad-ı ailesiyle yazmaya başlarlar.O zaman yedi yaşında olan Hüsnü Bayram ağabey da risaleleri yazmaya başlar. 1940’lı yılların başında yapılan bu ziyaret hem Hıfzı Efendi ve ailesinin hem Safranbolu, Eflani, Araç, İnebolu havalisinin Risale-i Nur ve Said Nursi ile tanışmalarına vesile olur.
Hüsnü Bayramoğlu şevkle yazdığı risaleleri 1942’den itibaren Kastamonu’ya daha sonra Emirdağ’a göndermeye başlar. Bediüzzaman Hıfzı Bayram’ın evini Nur Medresesi, evlatlarını ise hem talebesi hem evlad-ı manevisi olarak kabul eder.
1947 senesinde Afyon Hapsine Bediüzzaman ile birlikte Hıfzı Bayram’da götürülür. Ekim,1949’da Bediüzzaman'ın Afyon hapsinden tahliyesinden bir-iki ay sonra Hüsnü Bayram 13, kardeşi Yılmaz 11 yaşındayken ilk defa Üstadı ziyarete giderler. İlk ziyaretlerinde 2 saat görüşür, ertesi gün vedalaşmak için yeniden görüşürler.
Bu ziyarette Mevlana Halid-i Bağdadi’den kendisine tevarüs eden cübbenin altına Hüsnü ve Yılmaz’ı alarak onlara bereket ve hizmette sebat ve sadakat ile devamları için dua eder. Bu manevi bir işarettir ki Hıfzı Efendi ve efrad-ı ailesini kendi ehl-i beyti ve ehl-i abası sayar. Daha sonra Emirdağ’da Validesi Fatma Hanım ile de Bediüzzaman’ı ziyaret edip dualarını alırlar.
Bu ziyaretten bir süre sonra 1950'de ortaokulu bitirdikten sonra (Şubat ayı sonu Mart ayı başlarında) Emirdağ’da Bediüzzaman Said Nursi’nin ikamete mecbur tutulduğu evin karşısında bir oda kiralayan Zübeyir Gündüzalp ve Hüsnü Bayramoğlu bu tarihten itibaren O’nun şahsi hizmetlerine, cemaatle muhabere ve neşriyat işlerine, mektuplarının kitabeti ve tevziine bakarlar.
1951 senesinde Hüsnü Bayramoğlu daha evvel Urfa’ya hizmete giden Abdullah Yeğin’in yanına Bediüzzaman’ın tensibiyle gönderilir. Islahiye’de Posta Memuru olan Zübeyir Gündüzalp’ta bir müddet onlarla kalır. Burada iman hizmetlerinden dolayı defalarca karakola götürülür ve akabinde de cezaevi ve mahkeme devresi başlar.
Risale-i Nur Talebelerine yönelik 1935 Eskişehir, 1943 Denizli ve 1947 Afyon mahkemelerinden sonra dördüncü büyük Risale-i Nur Talebelerine yönelik bir dava hazırlığı Isparta’da başlar. Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde ki “nurculuk davaları” Isparta’da toplanacak ve bu suretle 27 sene süren tek parti dikta rejimine son veren Demokrat iktidara da büyük darbe vurulacaktı. Urfa’da halkın bu genç Nur talebelerine olan muhabbet ve sahabetleri de göz önünde bulundurularak mahkeme Urfa’dan Isparta’ya nakledilir. Aynı tarihlerde Bediüzzaman’da “Gençlik Rehberi Mahkemesi” münasebetiyle İstanbul’da bulunmaktadır. Hüsnü Bayramoğlu, Abdullah Yeğin ve Zübeyir Gündüzalp Isparta mahkemesinde takipsizlik alınca Bayramoğlu derhal İstanbul’a Bediüzzaman’ın yanına hizmetine gider. O senenin yaz aylarında Barla, Isparta, Emirdağ ve Eskişehir’de bulunan Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunan Hüsnü Bayramoğlu daha sonra bir müddet daha Urfa’da kalır.
1955’te Vatani görevini evvela Afyon’da akabinde Eskişehir’de ifa ederken defaatle Bediüzzaman tarafından ziyaret edilir.
EHLİYETİ VE ŞOFÖRLÜĞÜ
Bediüzzamanın iki şoförü vardır. Bir Ceylan Çalışkan biri Bayram Yüksel'di. Ceylan çalışkanın babası kamyon alınca onu kullanmak zarureti doğar. Tek şofor Bayram YÜKSEL kalınca bir şofor daha ihtiyaç duyulur.Eskişehir'de askerlik yapan Hüsnü BAYRAMOĞLU uygun görülür. Ankara'da soforlük öğrenmesi için askeriyeden izin alınır. Ancak olumsuz kış şartlarından dolayı mümkün olmaz. Sonradan yine Eskişehir'de ehliyet alır.
Askerliğin bitimiyle Bediüzzaman’ın da Hüsnü Bayramoğlu’nun da hayatında yepyeni bir devre başlar.
1956 itibariyle Bediüzzaman temelli olarak Isparta’da şimdi müze olarak kullanılan ve halka açık olan Fıtnat Hanımın evinde kalır. Burada bundan sonra Bediüzzaman’ın Hizmetkarları namıyla maruf bizzat Bediüzzaman’ın tensibiyle seçilmiş bir heyet fıtri olarak ortaya çıkar. Bunlar; “Tahiri, Zübeyir, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve Bayram”dırlar. Bu devrede Zübeyir ve Hüsnü Bediüzzaman’ın şahsi hizmetlerine, Ceylan katipliğine ve hizmetine, Tahiri gençlerin kumandanı olarak müdebbiriyete ve imamete, Bayram dersane hizmetleri ve mutfak ile misafirlere, Sungur ise ekseriyetle Risale-i Nur davaları, hükümet ile münasebetler, diyanet ve maarif ile çalışmalara bakar. Bediüzzaman son senelerinde ki bu hizmetkarları “manevi evlatlarım, varis ve vekillerim” diyerek tesmiye eder, cemaat ile mektuplaşmaları ve irtibatı da bu heyet üzerinden devam ettirir.
1 Ocak 1960 Bediüzzaman İstanbul'da, şoförü Hüsnü Bayramoğlu
Risale-i Nur’un neşir devresi bitmiş intişar devresi başlamıştır. 1956-1960 arasında Bediüzzaman’ın Türkiye’de yaptığı bütün seyahatlerde yanında Hüsnü Bayramoğlu bulunur. Üstadın Urfa'ya son yolculuğunda şoför yine Hüsnü Bayramoğlu'dur.
Bu devrede de öncesinde de Bediüzzaman’ın yazmış olduğu bütün vasiyetnamelerde ismi zikredilen tek kişi Hüsnü Bayramoğlu olmuştur. 13-14 seneye yaklaşan farklı vakitlerde Bediüzzaman’ın kaleme aldığı vasiyetnamelerin tamamında ismi geçen Hüsnü Bayramoğlu’nun Bediüzzaman’ın son yıllarının en yakın şahidi olduğu şüphesizdir. (*)
Bayramoğlu Bediüzzaman’ın son Ankara, oradan İstanbul, akabinde Konya, Eskişehir, Emirdağ ve Isparta’ya dönüşü ile oradan bu fani dünyadaki son menzili Urfa’ya giderken hep yanında olmuştur.
Bediüzzaman’ın vefatından sonra çok farklı görüşler, bölünmeler ve ayrılıklar yaşansa da Hüsnü Bayramoğlu adeta bir okul hayatı gibi Bediüzzaman tarafından eğitilip mezun olduğu hal ve keyfiyeti daima muhafaza etmiş bu noktada istikametini hiç değiştirmemiştir. Farklı oluşum ve görüşlere daima mesafeli durmuş, kesinlikle Bediüzzaman’dan ders aldığı meslek ve meşrebin esaslarından taviz vermemiştir. Şahsi münasebetlerinde fevkalade halim, selim, mütevazi ve müşfik iken neşr-i envar-ı Kur’aniye’ye taalluk eden ve hizmetin Bediüzzaman’ın usul ve üslubuna münafi olabilecek duruş ve kavrayışlara karşı çok celalli ve tavizsiz bir karakter ortaya koymuştur.
Asil bir duruşu kendisini ilk görenleri etkileyen fevkalade bir edep ve tevazusu sahibi idi.Asaleti itibariyle bir Osmanlı Beyefendisi, bulunduğu hizmet içerisinde ise kardeşlerinde fani olmuş, davasında toprak gibi bir mahviyet ile fevkalade müşfik bir Ağabey görülürdü. Fakat davanın ulviyetine, hizmetin kudsiyetine, Üstadının meslek ve meşrebine karşı işlenen ihanet ve cinayetler karşısında bir yanardağ gibi alevli ifadelerle dimdik durur artık zafere giden bir mücahid tavrı alırdı.
1960-1970 seneleri arasında Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebinin muhafazası için insan üstü bir gayret sarfetmiş sağa sola çekilmeye çalışılan hizmetin Bediüzzaman zamanındaki gibi aynen devamı için çalışmıştır.
1979 sonrası ise Türkiye’yi dolaşmış, yurtdışına gitmiş bilhassa Almanya’da ki hizmetlerin istikametli devamı için rehber olmuştur.
1973 senesinde Hizmet Vakfını kurmuş, bir kaç sene sonra Hattat Hamid Aytaç’a Tevafuklu Kur’an’ı yazdırmış, daha sonraki senelerde Envar Neşriyatı kurdurtarak Risalelerin de Bediüzzaman nasıl arzu ettiyse o şekilde sıhhatli basımına öncelik vermiştir.
Hüsnü Bayramoğlu 50’ye yakın ülke ve beş kıtaya gitmiş, Nur medreselerinin açılması, açılan medreselerin istikametle devamı ve bilhassa Külliyatın tercümelerinin sıhhatli olması için hassasiyet göstermiş, talebeleri teşvik etmiştir. Hayatının en büyük gayesi beşer için sulh-u umuminin temini, müminler için ittihad-ı islam hedefi ile umum nur camiası mabeyninde muhabbet ve uhuvvete medar tesanüdün kurulması olmuştur.
Derslerde üzerinde durduğu en mühim noktalar ise Risale-i Nur’a sadakat ve kanaat ve bu Kur’an davasında sarsılmaz bir sebat ile devam hususları göze çarpmaktadır. Hedefini makro planda ittihad ve mikro planda sadakat üzere bina etmiştir diyebiliriz.
Hüsnü Bayramoğlu Karabük’ten sonra önce Ankara’da uzun yıllar kalmış 1999 sonrası ise İstanbul’a yerleşmiştir.
Hizmet Vakfı Mütevelli Başkanlığını yürütürken Hüsnü Bayramoğlu Risale-i Nur Külliyatının basımı, Tevafuklu Kur’an’ın neşri ile beraber Anadolu’da ve hariç dünyada (yaklaşık 120 ülkede) hizmetleri yakından takip etmiş, üç ayda bir müsbet hizmet anlayışına sahip farklı grupların mümessillerini bir araya getirmiş, ayda bir yine Türkiye ve yurtdışından gelen Nur talebeleriyle İstanbul’da buluşmuş ve son yıllarda haftada üç gün sosyal medya üzerinden canlı yayınlarla Nur Risalelerini okumuştur. Binlerce kişinin canlı takip ettiği bu online derslerin öncesinde ve sonrasında kurra hafız imam hatiplerin Selatin Camilerinden yaptıkları bağlantı ayrı bir ilgi odağı haline gelmiştir. Çeşitli üniversitelerden ve farklı şehirlerden akademisyenlerin ve öğrencilerin de zaman zaman iştirak ettiği bu dersler keyfiyeti ve kalitesiyle büyük hizmetlere vesile olmuştur.
Hüsnü Bayramoğlu bu canlı derslerde yine Risale-i Nur düsturlarını ve Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebinin esaslarını anlatmış buna ek olarak emniyet, asayişi muhafaza ve müsbet hareket üzerinde de durmuştur.
Hüsnü Bayramoğlu 7-8 yaşlarında başlamış olduğu Kur’an ve iman hizmetine beka alemine göçtüğü 86 yaşına kadar aynı heyecan ve şevk ile devam etmiştir.
Allah rahmet etsin.
HATIRA
“Ben bu zalimlere Nur talebesi nasıl olur, haykıracağım..
Bediüzzaman Hazretleri Afyon Hapsinin akabinde Zübeyir Ağabey ile birlikte Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyi de hizmetine kabul etmişti. Bir müddet sonra Zübeyir Ağabey, Abdullah Ağabey ve Ceylan Ağabeyin de zaman zaman kaldıkları ve Hz. Üstad’ın çok kıymet atfettiği ve ahir nefesini verdiği taşıyla toprağıyla mübarek addettiği Urfa’ya Hüsnü Ağabey’i de göndermişti.
Aşağıda dercedilen mektuplar o devrenin nurlu hatıralarıdır. Üstadımız Hüsnü Ağabey Urfa’dan dönünce onu hoş amedi ederken “Gel bakalım Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın talebesi” diyerek iltifat etmiş ve vefatına kadar artık hizmetinden ayırmamıştır.
Gençliğin farklı hülyalarla gaflet devresi telakki olunan bir çağda Hüsnü Ağabey bütün hissiyatını Risale-i Nur’a vakfetmişti.
Bu Mektuplarda Hz. Üstadımızın Urfa ile alâkası ve Hüsnü Ağabeye derece-i merbûtiyet, şefkat ve kıymetini de görüyoruz.
Mektubun başında geçen taarruz bahsini Urfalılardan sorduk.
Urfa’da o kara günlerin şahidleri hadiseyi şöyle anlattı;
“Polisler medreseden Hüsnü ağabeyi karakola götürüp taciz ediyorlar ve ısrarla Urfa’dan çıkmasını istiyorlar.”
Türlü türlü İşkencelere maruz kalan Hüsnü Ağabey;
“Beni buraya Üstadım gönderdi. Ben burada kalacağım. Vurun! Yaşasın zalimler için Cehennem!”
Onlar vurdukça Hüsnü Ağabey “Vurun! Vurun!” diye haykırıyor. Dayak eziyet…
Öyle hale geliyor ki polislerden insaflı birisi “Kardeşim sen şimdi gideceğim, de bu adamlar zalim, seni öldürecekler, çık burdan ne yaparsan yap, ister kal istersen git, ama şimdi bunlara gideceğim, de” diyor.
Hüsnü Ağabey “Hayır ben bu zalimlere Nur talebesi nasıl olur haykıracağım, onlara boyun eğmeyeceğim” diyor. Hadiseyi Urfalılar duyuyor. Hüsnü Ağabeyi alıyorlar. Hatta rapor alınıyor, fakat Hüsnü Ağabey şikayette bulunmuyor. Aynen Üstad’ı gibi “Hasbunallah ve nimel vekil” diyor ve zalimleri Allah’a havale ediyor…
İşte o vakit Üstadımızın Hüsnü Ağabeye hitaben Zübeyir Ağabeye yazdırdığı mektuplar;
Bismihî Sübhanehu
Esselâmu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berakâtuhu,
Aziz Sıddık Fedakâr ve Sarsılmayan Kardeşimiz Hüsnü,
Taarruz haberinden sonraki mektubunuzu aldık. Üstadımız rahatsız olmasaydı sana kendisi mektup yazacaktı bana söyledi ben yazdım.Üstadımız dedi ki;
Hüsnü’nün peder ve validesi Onu Risale-i Nur’a vakfetmişler. Hüsnü de el-hak bu beş altı sene zarfında elli altmış senelik bir hizmeti imaniye ve Kur’aniyeyi yaptı. Böyle kabul ediyorum. Hüsnü Risale-i Nur’un bir kahramanıdır.Ben Urfa ya eskiden de varmışım. Urfalılarla çok alakadarım. Hatta burada kalmamın bir sebebi de burada Urfalıların bulunmasıdır. Urfa halkını çok sevdiğim için Hüsnü’yü oraya gönderdim. Ve onların hatırları için Hüsnü’ye bu kadar zahmetler çektirdim.
Urfa’yı kendi öz vatanım Nurs gibi sevdiğim ve ahalisine akrabam gibi dua ettiğim için oraya talebe gönderdim. Yoksa vilayeti şarkiye umumen nur talebesidir. O mübarek Urfa halkına çok selam ve dualar edip dualarını beklerim.
İKİNCİ MEKTUP
Bismihi Sübhanehu
Selamün Aleyküm
Aziz Sıddık Kardeşim Hüsnü,Evvelen; Üstadımız umum Urfalıların, hususan Nurlarla alâkadarların seksen senelik bir ömr-ü bâkî semeresi veren şuhûr-u selâselerini ve Leyle-i Mi’raclarını tebrik ediyor. Binler selam ve dualar edip ve dualarını istiyor.
Sâniyen; Nurun masum talebeleri namına Ekremin yazdığı mektup Üstadımızın hoşuna gitti. Zaten Üstadımız şimdi en fazla masumlarla alakadardır. Masumları feylesof muallimlerinin sû-i telakkiyatından kurtarmaya çalışıyor. Cenab-ı Hak Urfa’daki masumları da Risale-i Nur’da devamlı ve sebatlı eyleyerek muhafaza etsin. Amin.
Sâlisen: Üstadımız evvelce de haber göndermişti, şimdi yine diyor ki:
“Hüsnü, beş-altı adamın hizmetini gördüğünden O’nun tayinini kırk kuruştan, bir lira otuz kuruşa alıyoruz.”
Sen bizden farklı olarak kırk kuruş alacaksın. Hem askerliğe kayıt oluncaya kadar sarf edeceğin yol paralarını Üstadımızın hesabından alacaksın. Çünkü sen Üstadımızın evlad-ı manevîsisin, bir ihtiyacın olduğu vakit babanızdan değil Üstadımızdan alacaksın.
Râbian; Abdullah kardeşimiz izinli olarak geldi. Üstadımız Ankara’ya gönderdi. İki aya kadar terhis olacakmış.
Hâmisen; Üstadımız Abdulkadir’i bugünlerde merak ediyordu. Merak ettiği aynı vakitte mektubunuz geldi. Üstadımız okudu.
Onun aşiretinin bir kısmı Suriye’de olması münasebetiyle yaptığı ihtiyatı Üstadımız hoş gördü. Elbette Risale-i Nur’da sebat, metanet ve sarsılmamak lazım. Şimdi Suriye ile olan vaziyet hafiflemiş ve dostane vaziyetler olmaya başlamış.
Biz de bütün nur kardeşlerimize binler selam eder, Nurlarla meşguliyette ve kudsi hizmetinde muvaffakiyetler dileriz.
Hâşiye; bundan on gün evveline kadar da bir mektup göndermiştik, inşaaAllah almışsınızdır.
.
Elbâkî hüvel bâkî kardeşiniz
Zübeyir Gündüzalp
***
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Umum dostlarıma ve Nur kardeşlerime bu vasiyeti ilan ediyorum:
Ben şahsım itibarıyla vazife-i Nuriyeyi yapmaya tâkatim kalmamış. Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem müteaddid tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık vaziyetiyle ve hastalıkla şimdiki hayatta kalmak, tahammülüm kalmamış gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de zahirî hayatımda ölmüşüm gibi diye bu vasiyetimi yazıyorum.
Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’e hadsiz şükür olsun ki bundan altmış yetmiş sene evvel hilaf-ı âdet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda başkaların muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ı haliyle beraber Eski Said çocukluk, gençlik zamanında talebelerine tayinlerini kendi vermeye çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayin kabul edip mütebâki talebelerine bazen yirmi otuz talebesine tayin verdiğinden ilmi, vasıta-i cer etmeye o talebeler mecbur olmadılar. İktisat ve kanaatle o zaman muvaffak oldukları gibi Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun ki Eski Said gibi şimdi Risale-i Nur kendi hakiki talebelerinin tayinlerini neşriyatıyla mükemmel vermeye başlamış. A’zamî ihlası kırmamak için Risale-i Nur has talebelerine, hususan nafakasını tedarik edemeyenleri tam tamına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nur’un hakkı olduğu cihetle şimdi elli altmış talebesine kâfi sermayesi çıkıyor. Benim (bîçare Said’in) içinde hiçbir hakkı yoktur. Yalnız Risale-i Nur’un kıymettar hâsiyeti ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin kemal-i sadakati bu manevî Nur bayramına vesile oldu.
Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.
Şimdi Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi, Risale-i Nur’un malıdır. Said de bir hizmetkârdır, hayatta tayinini alabilir. Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakın göründü. Ben de altı vilayette bulunan elli altmış talebeyi iki üç sene Nur sermayesinden tayinini vermek kat’î niyet ederken, belki bazılarını bazı maniler onları talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim. Şimdi vasiyetimi yazdım.
Said Nursî
Vasiyetnamemdir
Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!
Ecel gizli olmasından vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur Fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki (*) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.
Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.
اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى
Kardeşiniz Said Nursî
(*) Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.
Vasiyetnamenin Bir Zeyli
Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat’ın otuzuncu sahifesindeki Said’in hususiyetlerinden altı numunesinden yedinci numunesi ki mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, şiddet-i fakrıyla beraber altmış yetmiş sene evvelki kendi talebelerinin tayinatını da kendisi verdiği acib vaziyetin şimdiki bir misali ve bir sırrı kaç senedir anlaşıldı diye vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanın zamanı geldi.
Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki yasak olmayan daktilo makinesi ile intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile şimdi manevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilayetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatına acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşâallah Risale-i Nur’un tab serbestiyeti olsa o düstur daha fazla inkişaf eder.
Medar-ı hayrettir ki o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş. O az para ile bazen talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. O altmış yetmiş senelik düstur-u hayatının bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inayet-i İlahiye ile ihsan edildi ki o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski harfle izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilayet vüs’atindeki manevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebelerinin tayinatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.
Halbuki o nüshaların bir kısm-ı mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i İslâm ve Avrupa’ya gönderdiği ve elindeki nafakasını Nur’un teksirine sarf ettiği halde, yine Nur’un nüshaları acib bir tarzda hem kendine hem o hâlis fedakârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat’iyen kanaatim geldiğinden vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum.
Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu Said günde beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasip olur.
Şimdi manevî evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.
Said Nursî
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ecel muayyen olmadığı için benim şiddetli hastalığım her vakit gelebilir diye evvelce yazdığım vasiyetnamelerimi teyiden bu vasiyetname de şiddetli, dâhilî bir hastalığımdan ihtar edildi. Ben de beyan ediyorum ki:
Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi hem mu’cizatlı Kur’an’ımızı tabettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’an’ın tevafukla ve fotoğrafla tabına ait. (*[3]) Yanımızdaki sermaye ise Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükür olsun ki yetmiş küsur sene evvel o zamanın âdetine muhalif olarak kendim fakirliğimle beraber onların tayinlerini verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbanî olarak o zamandan elli altmış sene sonra Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlahî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayinleridir ve tayinlerine sarf edilecek ve kaç senedir benim yaptığım gibi benim manevî evlatlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum.
İnşâallah tam Risale-i Nur intişara başlasa o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevî evlatlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nur’a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum. Risale-i Nur itibarıyla bana hiç ihtiyaç kalmadığı için âlem-i berzaha gitmek benim için medar-ı sürurdur. Siz mahzun olmayınız. Belki beni tebrik ediniz ki zahmetten rahmete gidiyorum.
Çok hasta
Said Nursî
Evet biz, Üstadımızın bu vasiyetine şahidiz.
Emirdağlı Çalışkan, Mustafa Acet, Safranbolulu Hüsnü, Ermenekli Zübeyr, Çoğollu Bayram
Takdim
Bu lâhika mektupları –ki Yirmi Yedinci Mektup’tur– Risale-i Nur’un ilk telifi ile başlayıp devam edegelmiştir. Risaleler Barla’da telif edilmeye başlanıp Isparta ve civarındaki kıymettar talebeleri bu risaleleri okumak ve yazmak suretiyle istifade ve istifaza ettiklerinde hissiyatlarını, iştiyak ve ihtiramlarını bir şükran borcu olarak muhterem müellifi Hazret-i Üstada mektuplarla takdim etmişler. Bazı müşkülatlarının ve suallerinin halledilmesini rica etmişler; böylece hem Hazret-i Üstadın hem talebelerin mektupları ile Barla, Kastamonu ve Emirdağ lâhika mektupları vücuda gelmiştir.
...
İşte Lâhika Mektupları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî meseleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.
Bedîüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Hizmetkârları
Tahirî, Zübeyr, Hüsnü Bayram, Mustafa Sungur, Bayram
Hutbe-i Şamiye namında matbu Arabî risaleyi, Arabî bilmediğimiz için Üstadımızdan rica ettik ki: Bize bir iki gün ders ver. Birkaç gün zarfında söylediği dersin takririni kaleme aldık. Üstadımız ders verdiği vakit, bazı cümlelerini zihnimizde tam yerleştirmek için tekrar ederdi. Âhirdeki temsil ve hikâyeyi izahlı bulduğumuzdan en evvel onları üniversitelilerin ve dindar mebusların nazarlarına göstermemizin sebebi: Üstadımız derse başladığı vakit “Eski zamanda şimendiferde mektepli o iki muallim yerine sizleri ve bana şeriat hakkında sual soran kırk beş elli sene evvelki mebuslar yerine, şimdiki hakiki dindar mebusları kabul ve tasavvur ediyorum ve öylece konuşuyorum.” dediği için biz de ehl-i maarif ve dindar mebuslara, bera-yı malûmat bu dersimizi gösteriyoruz. Sonra isterlerse Hutbe-i Şamiye’den bütün dersimizi göstereceğiz. Münasip görülse neşir de edeceğiz. Âlem-i İslâm’daki siyaset-i İslâmiyeye dair Üstadımızdan bir ders almak isterdik. Halbuki otuz beş seneden beri siyaseti terk ettiğinden Eski Said’in siyaset-i İslâmiyeye temas eden bu Hutbe-i Şamiye tercümesi Eski Said hesabına bir derstir.
Tahirî, Zübeyr, Bayram, Ceylan, Sungur, Abdullah, Ziya, Sadık, Salih, Hüsnü, Hamza
(Hutbe-i Şamiye, Arabî Hutbe-i Şamiye’nin Zeyli’nin Kısa Bir Tercümesi, 5. Hâşiye)
Kardeşimiz ve Nur’un kumandanlarından Isparta Hulusi’si Re’fet Bey’in mübarek masumunun dokuz yaşında iken –bu derece– Risale-i Nur’dan Birinci Söz’ü yazması gösteriyor ki o mübarek Hüsnü, Safranbolu’nun on bir yaşındaki Hüsnü’sü gibi dahi masumların küçücük bir kahramanı olmaya namzettir. Cenab-ı Hak onu Nurlara bağışlasın ve muvaffak eylesin, âmin! İnşâallah yazdığı nüshayı sonra tashih edip göndereceğim.
Safranbolu’daki hâlis kardeşlerimizden Hıfzı’nın küçük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki küçük ve çok çalışkan masumları on bir yaşında Yılmaz ve on üç yaşında Hüsnü’nün ve onlar gibi Nur’a çalışan muhterem validelerinin mübarek kalemleriyle yazdıkları tebriklerini, umum Safranbolu ve Eflani medrese-i Nuriyesi namına bu ramazanın bir firdevsî teberrükü hesabına kabul ettik. Yılmaz’ın rüyası aynen çıkmış.
Safranbolu kahramanı berber Hıfzı; Hüsnü, Yılmaz iki masum Nurcu mahdumlarıyla ve İnebolu kahramanlarından Ali Osman ve iki Nurcu mahdumlarının bayram tebriklerine mukabil selâm hem muvaffakıyetlerine dua ederiz.
Asliye Ceza Mahkemesi Yüksek Makamına
Urfa
Muhterem heyet-i hâkime!
Bizlere yapılan gizli mektep zan veya ittihamı bütün bütün hakikat hilafınadır. Çünkü bulunduğumuz cami önünde çeşmeler var, buraya ve camiye günde iki yüz kişinin gelmesi, böyle bir yerin gizli olamayacağı, çocukların dahi bileceği bir hakikattir. Hem bizim şehrin en işlek bir yerinde kalmamız gösteriyor ki gizlilikle ve gizli şeylerle alâkamız yoktur.
Mektep açmışsınız sözü de büsbütün yanlış bir şâyiadır. Bunu işitenler gülüyorlar. Biz Kur’an-ı Kerîm’in gayet parlak ve yüksek tefsiri Risale-i Nur’a çalışan talebeleriz. Evet, aslâ inkâr etmeyiz. Biz okurken gelip dinleyenler oluyor, bu bir mektep midir? Şahitlerin görüşleri doğrudur fakat hükümleri yanlıştır, hakikat hilafınadır.
Biz o gün arkadaşımla kendi elimizle yazdığımız iki adet Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni tashih etmek için beraber okuyorduk ve o iki arkadaş da dinliyordu. Bu vaziyette, sanki komünistlerin ve dinsizlerin eserlerini okuyormuşuz gibi hem adliyeyi hem zabıtayı hem mahkemeyi bizimle meşgul ederek bir bahane ile mahkemelere sevk ettiriyorlar.
...
İşte bunun içindir ki mahkemede kahraman-ı İslâm olan Bedîüzzaman Said Nursî’nin beyanı vechile:
Ehl-i imandan bütün gelenler maziye gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binaen Denizli Mahkemesinde demiştim: Mahkeme-i haşirde milyarlar ehl-i imandan davacılar tarafından, Kur’an hakikatlerine hizmet eden Nur talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki:
Serbestiyet kanunlarıyla dinsizlerin, komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cemiyetlerine müsamahakârane bakıp ilişmediğiniz halde; vatan ve milleti anarşilikten, dinsizlikten ve ahlâksızlıktan, vatandaşları ölümün idam-ı ebedîsinden kurtarmaya çalışan Risale-i Nur talebelerini hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz diye sizlerden sorulsa ne cevap vereceksiniz, biz de sizlerden soruyoruz diye o zaman onlara demiştim, o zaman o insaflı ve adaletli zatlar bizi beraet ettirdiler.
İşte Hâkimler! Bu âlî hakikatlere rağmen bize deseniz ki sizi mahkemeye sevk ettirmek ve biçilmiş bir kaftan giydirmek istiyorlar. Bu takdirde şu âyet-i kerîmenin kale-i kudsiyesine iltica ediyorum: حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ ۞ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصٖيرُ
17.2.1953
Urfa, Yusufpaşa Mahallesinde
Hüsnü Bayram
Ayrıca lahikalardaki birkaç mektubun altında imzası vardır.
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Sâniyen: Safranbolu’da Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden Hıfzı’nın iki masum mahdumları biri on, biri de sekiz yaşlarında Asâ-yı Musa mecmuasını yazdıkları ve bitmek üzere diye o masumlar bana bir mektup yazmaları, beni fevkalâde sevindirdi.
Sâniyen: Hıfzı’nın iki masumunun yazdıkları Asâ-yı Musa ve Rehber ve Küçük Sözler bizi mesrur eyledi. Yüz mâşâallah! Böyle binler Nurcu masumlar, istikbali nurlandıracaklar.
Bugün de tatlı iki manidar tevafuku gördüm. Kanaatim geldi ki benim bugünlerde zahmetler içinde Asâ-yı Musa tashihinde sıkıntılarıma mukabil, inayet-i İlahiye ücretimi ve tayinatımı şirin bir surette veriyor.
Birisi: Kahraman Tahirî’nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acib bir bereketle, her gün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış, iktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı’nın iki masum evladının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî’nin lokmaları gibi hem onun miktarında elime verildi.
Kaynaklar:
https://carekitap.com/husnu-bayramoglu-kimdir
http://nurpedia.org/wiki/H%C3%BCsn%C3%BC_Bayramo%C4%9Flu
https://www.kastamonur.com/ben-bu-zalimlere-nur-talebesi-nasil-olur-haykiracagim/
https://sakev.org/PaneL/Urunler/UrunGuncelle_p.php?id=513&Islem=yeniEkle&dillist=tr&kat_id=1004&yapi=LISTE