Duyurular

Bediüzzaman Ramazan-Şerifi Nasıl İhya Ederdi?

Bediüzzaman Ramazan-Şerifi Nasıl İhya Ederdi?

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri mübarek Ramazan ayını nasıl değerlendirirdi, bu faziletli günlerde neler yapardı?

Said Nursi’nin talebeleri, bütün hayatını Kur’an odaklı yaşayan Bediüzzaman’ın, Kur’an’ın indirildiği ay  olan Ramazan’a çok ehemmiyet verdiğini söylüyor. Bediüzzaman’ın Ramazan’da yaptıklarını talebeleri anlatıyor.

***

 

Üstad Bediüzzaman, Ramazan’ı nasıl geçirirdi?

Ramazan’da her hali ve davranışına daha bir önem verir Üstad. İftarı bir yudum su ile yapıp, varsa hurma ile orucunu açmayı tercih eder. Ardından akşam namazını kılıp, yemeği daha sonra yer.

Ama namaz öyle çabuk kılınmaz. Hüsnü Bayramoğlu’nun anlatımına göre en az bir saat sürer.

Mehmet Fırıncı da Bediüzzaman’ın her ayeti duya duya okuduğunu anlatır.

Bir insana kâfi gelmeyecek kadar az yiyen Üstad, Ramazanlarında da bu kaidesini bozmaz. “Sarısı fazla pişmemiş yumurta içerisine kattığı, suda erimiş küçük bir peynir onun en iyi yemeğiydi.”

diyor Abdullah Yeğin.

Sofralarını bazen zeytin de süslermiş Üstad’ın. Pirinç ya da şehriye çorbası da iftar ve sahur menülerinden.

Kısa süren yemeğin ardından hemen ibadete çekilir. Yatsı namazında imamlık yapar, teravih namazlarında genellikle Tahiri Mutlu’yu imamete geçirir.

Huşu ile kılınan namaz iki saati aşkın bir sürede tamamlanır. Ramazan’ın bir kısmında teravihleri bir süre camide kılar ama imam namazı hızlı kıldırdığı ve o da sûreleri okumakta yetişemediği için camiye gitmekten vazgeçer. “Fıtrî uyku beş saattir.” diyen Bediüzzaman,

Ramazan gecelerinde yatmamaya özen gösterir.

Son on beş günü ise bu prensibe daha bir önem verir. Kendisi yatmadığı gibi talebelerinin de yatmasını istemez.

İmsak vaktine kadar dua dua yalvarır, ibadetle meşgul olur.

Hulusi Yahyagil diyor ki: “Barla’da bir gece yanında kalmıştım. Sabaha kadar uyumadan ibadet ediyor, zikrediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu, pek az uyur, uyur gibi görünürdü.”

İnleyerek yaptığı zikrine Barla’nın, Isparta’nın, Eskişehir’in, Denizli’nin, Emirdağ’ın, Afyon’un geceleri, dağları, evleri, otelleri, zindanları şahit olur.

Abdullah Yeğin de Üstad’ın yatağının baş ucunda beş metre uzunluğunda, bir metre eninde bir dua kâğıdı olduğunu ve burada yazan isimlere her sabah dua ettiğini anlatıyor.

O zorlu hapishane şartlarında bile bu özelliğini terk etmez, sabahlara kadar ellerini dergâh-ı İlahi’ye açarak Cevşen, Evrad-ı Bahaiye, Delail-i Nur, Hülasatü’l-Hülâsa, Hizbi’n-Nuriye, Tahmidiye ve Sekine dualarını okur.

Bayram Yüksel, “Afyon Hapishanesi’nde Üstad’ın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık.

Bu sesler onun evrad, ezkar dua ve niyaz sesleri idi. Gecenin hangi saatinde baksak ışığının yandığını görür, zikir sesleri işitirdik.” diyerek

Bediüzzaman’ın dualarının derinliğine işaret ediyor. Said Nursî, Ramazan’da sahur yapmayı ihmal etmez, ibadetlerini de imsak vaktine yarım saat kala nihayete erdirir.

Bir tas çorba ve içilen bir bardak soğuk su sahur için kâfidir. Sabah namazı ve yapılan uzunca bir dersin ardından dinlenmeye geçer, gün boyu da Risale-i Nur’ların telif işlemleri ile uğraşır.

Ramazan’da dışarıya çıkmamaya özen gösteren ve bir nevi itikaf hayatı geçiren Bediüzzaman hapiste geçirdiği Ramazanları ise hayırlı görür.

Afyon Hapishanesi’nde yazdığı bir mektubunda “Bayrama kadar burada kalmamızın bizlere çok faydası ve hayrı olduğuna kanaatim var.” der.

Tahliye olmaları halinde “Bu medrese-i Yusufiye’deki hayırlardan mahrum kaldıkları gibi, dünya işleriyle meşgul olmaları sonucunda, sırf uhrevî olan Ramazan-ı şerifin manevî huzuruna zarar vereceğini” belirtir.

Bediüzzaman, Ramazan ve Kadir Gecesi’ni en derin anlamıyla yaşamaya çalışır.

Bu önemli zaman diliminden başkalarının da istifade etmesine özen gösterir. Ziya Dilek bir anısında onun bu yanını şöyle dile getiriyor: “Üstad’ın Kastamonu’daki evi bir Ramazan günü basılarak aranıyor.

Gözaltına alınarak otobüsle Ankara’ya götürülürken yolda şoförden otobüsü durdurmasını istiyor.

Araç durunca içindekilere ‘Bu gece büyük ihtimalle Leyle-i Kadir’dir.

Diğer günlerde Kur’an okunursa harf başına on sevap, Ramazan’da okunursa bin sevap, Leyle-i Kadir’de okunursa otuz bin sevap verilir; bunu kazanmak ister misiniz?’ der. ‘Evet, isteriz.’ diye cevap veren yolculara ‘Öyle ise şimdi her Müslüman üç İhlas, bir Fatiha, bir Âyetü’l-Kürsî okursa ebedî hayat için dağarcığına azık hazırlamış olur.’ diye karşılık verir.”

Okunan her bir Kur’ân harfi için bin, cuma geceleri binler ve Kadir Gecesi’nde otuz bin sevap verileceğini müjdeleyerek etrafındakileri Kur’an ayında İlahî Kelamı okumaya teşvik eder.

Bediüzzaman talebelerine hatim yapmaları için Kur’an’ı taksim eder.

Herkese bir cüz vererek Ramazan boyunca okumalarını ister.

Böylece her gün bir hatim indirilir.

O, bu uygulamanın talebelerinin bulunduğu her şehirde yapılmasını önerir.

Bütün hatimlerin duasını da bizzat kendisi yapar. Mehmet Fırıncı, Üstad’dan miras bu faaliyeti günümüze kadar devam ettirmeye çalıştığını söylüyor.

Talebeler en acı Ramazan’ı ise 1960 yılında geçirir. Çünkü o sene Bediüzzaman berzah âlemine ulaşır.

Üstad bu son Ramazanında on bir gün boyunca

yatsının farzında imamlık yapar, talebeleri ile teravihler kılar.

O son teravihi Bayram Yüksel anlatıyor: “Ramazan’ın tam on beşiydi. Teravih namazını Tahiri Mutlu ağabeyin arkasında kılıyorduk. Üstadımız fenalaştı.

Namazı yarıda kesmek istedik. O ise ‘Yok, tamam kılacağız’ dedi. Teravih namazı bitince daha çok ağırlaştı. Yatağına götürüp yatırdık.

Sungur ağabeyle Cevşen okumaya başladık.

Bize ‘Evlatlarım, evlatlarım, katiyyen müteesir olmayın. Risale-i Nur dinsizlerin belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir.

Katiyyen merak etmeyin. Ben kemal-i ferahla gideceğim.’ dedi.” Said Nursî, o çok sevdiği ve Allah’ın rızasını kazanmak için her anında çırpınıp durduğu ayda Hakk’a yürüdü.

Şanlıurfa’da Ramazan’ın 25. gecesi, bir sahur vakti rahmet-i Rahman’a kavuştu.

Allah rahmetiyle muamele etsin inşaallah

***

RAMAZAN AYINI TALEBELERİ İLE BİRLİKTE İHYA EDERDİ

Bediüzzaman Hazretleri, her dakikası bire bin verilen Ramazan ayında ibadetsiz bir zaman geçirmezdi.

Talebeleri, üstad’ın Ramazan’da uyumadığını, tüm gece ara vermeden, Kur’an, Cevşen, Risale-i Nur, Hizbu’l-Envar, Hakaiku’l-Nuriye okuduğunu aktarıyor. Üstad Hazretleri, özellikle Ramazan’ın on beşinden sonra talebelerini de uyutmamaya çalışır, geceleri ihya etmelerine vesile olurdu.

Kur’an odaklı bir hayat yaşayan Bediüzzaman Hazretleri’nin, Kur’an ayı olan Ramazan’a da bu yüzden çok ehemmiyet verdiğini belirten talebeleri, üstad Hazretleri’nin bütün hayatında, özellikle akşam ve sabah namazlarından sonra evrad-u ezkarla geçirdiğini, mübarek gecelerde de kesinlikle uyumadığını ifade ediyorlar.

Necmeddin Şahiner’in kaleme aldığı Son Şahitler isimli çalışmada üstad’ın Ramazanlarını anlatan talebeleri onun bu aya verdiği kıymeti ve ayı değerlendirişini anlatırken insanı hayrete düşüren ifadeler kullanıyorlar.

BEDİÜZZAMAN’I TEBESSÜM ETTİREN HATIRA

Bediüzzaman Said Nursi’yi tebessüm ettiren bir olayı, Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerinde Bediüzzaman ile birlikte bulunan emekli Yüzbaşı Refet Barutçu’nun da hatıralarında buluyoruz. Necmettin Şahiner’in Son Şahitler adlı kitabında konuyla ilgili bölüm ise şöyle:

KİMDİR BU RAMAZAN ?

(Temmuz 1935) Hazretleri, Ramazan ayında da zulüm ve haksızlıklara uğramıştı. “Isparta’da ani yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risale ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde ‘Ramazan’a aittir‘ diye bir yazı vardı.İslam yazısını okuyamadıkları için “Kimdir bu Ramazan?” diye aradılar, taradılar, nihayet Isparta Atabey’in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı da ellerini bağlayarak Eskişehir Hapishanesi’ne yolladılar. Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendi’ye ait değil, Ramazan ve orucun hikmetlerini anlatan Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi olduğu anlaşıldı. Mazlum ve masum Ramazan Efendi tahliye edildi. Hapishanede Bediüzzaman tebessüm ederek ‘Kardaşım Ramazan hakkını helal et’ diye Ramazan’ı teselli ederdi.” diyor üstad Hazretleri’nin talebelerinden Refet Barutçu

***

Kastamonu hayatından ibretli sahnelerin yansıtıldığı Mehmet Feyzi ve Çaycı Emin imzalı bir mektupta, “Üstadımız bir Ramazan-ı şerifte pek şiddetli hastalıkta, altı gün bir şey yemeden, orucunu da bozmadan ubudiyetteki mücadelelerini terk etmediler.” ifadeleri dikkat çekiyor. Yanındakilerin de anlatımı ile Üstad yirmi dört saatin her bir dilimini çok kıymetli görüyor ve hiçbir anını boş geçirmemeye çalışıyordu. Talebelerini bu konuda uyarıyordu:

“Ramazan-ı şerif, bu fani dünyada fani ömür içinde ve kısa bir hayatta bâkî bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır. Ramazan’da kalp ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek gerekmektedir.”

***

Bir başka talebesi Nadir Baysal’dan Bediüzzaman’ın alışılagelmiş gözaltılarından birini dinliyoruz:

1943 senesi Ramazan ayı idi. Üstad’ın evine doğru gidiyordum. (Emirdağ) Kunduracılar Çarşısında onu fayton içerisinde, yine başında sarık, adliyeye doğru götürdüklerini gördüm. Toplam 22 kişi cezaevinde 15 gün kaldılar.”

O, hastalıklarına ve kendisine çektirilen bu kadar ezaya rağmen, Ramazan’da bile iman ve Kur’an davasından bir an geri durmadı. Ramazan Risalesi, Lemaat, Birinci Şua, Emirdağ Çiçeği, Münâcâtü’l-Kur’ân, Hizbü’n-Nuriye gibi iman, tevhid ve tefekkür ağırlıklı birçok eser bu kutlu zaman diliminin meyvesi olarak Risale-i Nur Külliyatı’ndaki yerini aldı.

***

Son Şahitlerden (Emirdağ’da) Mehmed Çalışkan anlatıyor:

“Ramazan ayında önceleri camiye devam etti. Sonraları ‘Fatihayı yetiştiremiyorum. İmamlar çok süratli okuyorlar. Ben Şafiî’yim, okumam lâzım’ diyerek, teravihlerde camiye devam edemedi. Bizler bazen evde, arkasında cemaat olurduk. Bir gün akşamdan sonra bizim birader Hasan (Çalışkan) ‘Haydi Üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye gidelim, Hoca Efendiyi ziyaret edelim’ dedi. Dışarısı karanlıktı, lâmbası yanmıyordu. Fakat içeriden sesi geliyordu. Galiba okuyordu. Ezkârını bitirdikten sonra girecektik.

Dışarı çıkarak- ‘Niye geldiniz?’ dedi.

-‘Ziyaretinize geldik efendim?’ diye cevap verdik.

-‘Vakit oldu mu?’ deyince

-‘Evet, oldu’ dedik.

-‘İyi, haydi teravihe gidelim’ dedi ve beraberce teravihe gittik.”

Bu hatıradan anladığımıza göre Üstad, mümkün oldukça teravih için cami cemaatine katılırmış. Ramazan’ın bir kısmında teravihleri bir süre camide kılar, ama imam namazı hızlı kıldırdığı ve o da sureleri okumakta yetişemediği için camiye gitmekten vazgeçtiği de olmuştur.

Mesela, cami hocasının anlattıklarına bir bakalım:

“Teravih namazını biraz daha ağır kıldırmamı söylemişti. Kendisi Fatiha’yı ancak zorlukla bitiriyormuş, ben rükûa gidiyormuşum. Teravihte cemaat da çok oluyordu. Üstad cemaatin çok olmasından memnun olarak şunu söyledi: ‘Kesret-i cemaatte, vacip olan sehiv secdesi bile affediliyor. İnşaallahu Teâlâ Allah affeder. Okumayı biraz ağırlaştır ki, cemaat Sübhaneke’yi okuyabilsin.’” 

Bazı akşamlarda da, yatsı namazında talebelerine imamlık yapar, teravih namazlarında genellikle Tahiri Mutlu ağabeyi imamete geçirirmiş.

***

RAMAZAN AYINININ ONBEŞİNDEN SONRA UYUMAZDI

1947 yılında Bediüzzaman’la tanışan rahmetli Bayram Yüksel’de Necmeddin Şahiner’in  ‘Son Şahitler’ isimli kitabında Bediüzzaman’ın Ramazan’ı ile ilgili şu bilgileri veriyor:

‘Üstadımız Ramazan’ın on beşinden sonra kendisi yatmazdı, bizi de yatırmazdı. Hattâ çok gece kontrol ederdi. Eğer uyurken yakalarsa, bize su döker, uyandırırdı. Bizleri uyumamaya alıştırırdı. Mübarek geceleri ihya ettiğimiz zaman sabah namazı olduğunda kılar, yatardık.

CüZ DAĞITARAK HATİM YAPARDI

Mübarek, mualla üstad’ımız üç aylar girdiğinde Isparta’daki Nur talebelerine hatim için Kur’an-ı Kerim taksim ettirir, herkese bir cüz vererek vazife taksimi yapardı. Isparta, Sav, Kuleönü, Atabey, Bozanönü gibi Nur hizmeti ile müşerref olmuş, mübarek köylere cüzleri taksim ettirir, böylece mübarek şuhur-u selasede her gün hatim indirilirdi. Bütün duasını umum Nur talebeleri namına kendisi yapardı. Başta Peygamberimiz (sas) ve ali ashabı olmak üzere bütün ehl-i iman ve Nur talebelerine bağışlardı.

***

Said Nursî’nin talebelerden Mehmet Özpolat bir anısında Üstad’ın Ramazan’ını şöyle anlatıyor:

“1952 senesinin bir Ramazan akşamında Üstad Hazretleri’ni Emirdağ’da ziyarete gittim. Onu gördüğümde rengi bembeyazdı, mübarek gözlerinden yaşlar akıyordu. Dilini çıkardı, beyazlamıştı. ‘Kardeşlerim, beni bu gece zehirlediler. Soğuması için penceremin kenarına bıraktığım sahur yemeğime zehir kattılar’ dedi.”

***

UYKUDAN OLSAN BİLE SEVABINI ALIRSIN

Üstad’ın 1953 yılında Bediüzzaman’ın Fatih Çarşamba’daki evinde üç ay kadar misafir olarak kaldığı talebelerinden Mehmet Fırıncı ise, onun Ramazan ayına has bir usulünün olduğuna dikkat çekiyor.

Bediüzzaman Hazretleri’nin kendilerine; ‘Ramazan’da insan oruçla ibadet halinde olduğundan, uykuda da olsa farz bir ibadeti ifa etmiş oluyor.’dediğini anlatan Fırıncı, ‘Üstad, her dakikası bire bin verilen bir ayda ibadetsiz bir zaman boşluğu bırakmak istemiyordu.’ diyor

Bediüzzaman hazretleri için iftardan sonra akşamla yatsı arasının evrad vakti olduğuna dikkat çeken Fırıncı, ‘Sahura kadar, imsak vakti girer girmez hemen sabah namazını kılar, kendisine has tesbihatını yaptıktan sonra kuşluğa kadar istirahata çekilirdi. Ondan sonra kalkar, gene Nur dersleri ve evrad u ezkâr ile meşgul olurdu. Üstad Hazretleri geceleri çok parlak ışıkta evrad ve ezkâra devam ederdi. Loşluktan hoşlanmadığını görürdüm.’ diyerek tesbitlerini anlatıyor.

Onun için iftardan sonra zaten akşamla yatsı arası kendisinin her zaman normal olarak evrad vaktidir. Ta sahura kadar, imsak vakti girer girmez hemen sabah namazını kılar, tesbihatı kendisine mahsus ifadan sonra istirahata çekilirdi. Ta kuşluğa kadar. Ondan sonra kalkar, gene Nur dersleri ve evrad u ezkar ile meşgul olurdu. üstad Hazretleri geceleri çok parlak ışıkta evrad ve ezkara devam ederdi. Loşluktan hoşlanmadığını görürdüm.”

**

EVRAD-U ESCAR  OKURDU

1954 yılında Bediüzzaman Hazretlerinin yanına giderek talebesi olan Mustafa Sungur, Bediüzzaman Hazretleri’nin Ramazan’ını anlatırken, ‘Üstad Hazretleri Ramazan ayında gece boyunca aralık vermeden, Kur’an, Cevşen, Risale-i Nur, Hizbu’l-Envar, Hakaiku’n-Nûriye okurdu. Geceleri arada bir 15-20 dakika gibi kısa dalmalar dışında hiç uyumazdı.’ diyor.

 

**

Bayram Yüksel Ağabeyin hatıralarından anlıyoruz:

“Üstadımız 1960’ta ‘Bu sene teravihi beraber kılacağız’ dedi. Bizler çok sevindik. Ceylân Ağabeyle konuşmuştuk. ‘Bu sene Ramazan’ı Isparta camilerinde sırayla gidip kılalım.’ Mübarek Tahiri Ağabey teravihi bir buçuk iki saatte kıldırıyordu. İflahımız kesiliyordu. Üstadımızdan böyle müjde gelince çok sevindik. O sırada Ceylan Ağabeyin babası kamyon almış. Ceylân Ağabeyi istiyordu. O da Emirdağ’a gitmişti. Ramazan geldi, namaza başladık. Üstadımız yatsı namazının farzını kıldırıyordu. Tahiri Ağabey de teravihi kıldırıyordu. Bizim yattığımız odanın karşısındaki odayı mescid olarak kullanıyorduk. Odada Üstadımız, Tahiri Ağabey, Zübeyir Ağabey, Sungur Ağabey, Hüsnü kardeşle beş-altı kişi oluyorduk. Ramazan’ın tam on beşiydi. Üstadımız çok rahatsız oldu. Zübeyir Ağabey Tahiri Ağabeye ‘Ağabey, yarıda keselim, sonra tamamlarız’ sözüne Üstadımız ‘Yok tamam kılacağız’ dedi. Ve tamam kıldık.”

**

SON RAMAZAN

Talebeler en acı Ramazan’ı ise 1960 yılında geçirir. Çünkü o sene Bediüzzaman berzah âlemine ulaşır. Üstad bu son Ramazanında on bir gün boyunca yatsının farzında imamlık yapar, talebeleri ile teravihler kılar. O son teravihi Bayram Yüksel anlatıyor:

“Ramazan’ın tam on beşiydi. Teravih namazını Tahiri Mutlu ağabeyin arkasında kılıyorduk. Üstadımız fenalaştı. Namazı yarıda kesmek istedik. O ise ‘Yok, tamam kılacağız’ dedi. Teravih namazı bitince daha çok ağırlaştı. Yatağına götürüp yatırdık. Sungur ağabeyle Cevşen okumaya başladık. Bize ‘Evlatlarım, evlatlarım, katiyyen müteesir olmayın. Risale-i Nur dinsizlerin belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Katiyyen merak etmeyin. Ben kemal-i ferahla gideceğim.’ dedi.”

Said Nursî, o çok sevdiği ve Allah’ın rızasını kazanmak için her anında çırpınıp durduğu ayda Hakk’a yürüdü. Şanlıurfa’da Ramazan’ın 25. gecesi, bir sahur vakti rahmet-i Rahman’a kavuştu.

***

Bediüzzaman’dan Ramazan Ayı Müjdeleri

  • Ramazan-ı Şerifteki savm (oruç), İslamiyetin erkan-ı hamsesinin ( beş esas şartın) birincilerindendir. Hem şeair-i İslamiyenin azamlarındandır.
  • Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır.
  • Ramazan-ı Şerif; bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır.
  • Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine (toplumsal hayatına), hem hayat-ı şahsiyesine (kişisel hayatına), hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin (Allah’ın verdiği nimetlerin)  şükrüne bakar hikmetleri var
  • Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur.
  • Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer.
  • Ramazan-ı şerifte hayrı birden bine çıkan evradlarımızla meşgul olup ilmi derslerimizle bu cüz’i, geçici sıkıntılara ehemmiyet vermemeğe çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır.
  • Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor.
  • Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi malik değil, memluktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en adi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakiki vazifesi olan şükre girer.
  • Ramazan-ı Şerifte güya alem-i İslam bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hafızlar, o mescid-i ekberin kuşelerinde o Kur’an’ı, o hitab-ı semaviyi Arzlılara işittiriyorlar
  • Evet, bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i katıadır.
  • Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal, bire bindir. Kur’an-ı Hakim’in nass-ı hadis ile herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin, on değil bin ve ayet-ül Kürsi gibi ayetlerin her bir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum’alarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır.
  • Bu mübarek Ramazan-ı Şerif’teki dualar, ihlas bulunmak şartıyla inşaallah makbuldür.
  • Ramazan-ı Şerif adeta bir ahiret ticareti için gayet karlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevi hasılat için, gayet münbit bir zemindir.Ve neşvünema-i a’mal için, bahardaki mah-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsi bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvani hacatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş.
  • Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elim ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Said Nursi
  • Ramazan-ı Şerifte mü’minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevi sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır.
  • Kardeşliğimiz hatırı için, şaban ve ramazan hürmetine birbirine küsmemek ve kardeş olup barışmak lazım ve elzemdir.
  • Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı mübarekte inşaallah Nur’un şirket-i manevisi o kazanca mazhar olacak. Bayrama kadar elden geldiği kadar Nurcular ihlas ile birbirinin dualarına manevi amin demeli ki, birisi o sekseni kazansa herbiri derecesine göre hissedar olur. En zaif ve en ağır yükü bulunan bu hasta kardeşinize elbette manevi yardım edersiniz.
  • Şu mübarek Şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bakidir.
  • Mah-ı Ramazan’da kazanç bire bindir.
  • Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, her biri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevi ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşi’de hatme-i hacegan tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak, o kudsi hatmeyi yapmak, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden tevfik niyaz ederiz.
  • Bu Ramazan-ı Şerif’te, Kur’an’ı zevk ve şevk ile okumak çok ihtiyacım vardı.
  • Demek Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr’in hakikatını ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakiki sadık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs’at-ı rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvarız.
  • Bu mübarek Ramazan’da iştirak-i a’mal düstur-u esasiyle, her bir has kardeşimizin kırkbin dili bulunan bir melaike hükmünde, kırkbin diller ile, yani kardeşlerin adedince manevi dilleri ile ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlahiye nezdinde makbul olmasını o lisanlar adedince, Cenab-ı Erhamürrahimin’den niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazanınızı tebrik ediyoruz.
  • Alenen nakz-ı sıyamla Ramazanın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, masumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirdleri ve masumları, o musibeti lehlerine döndürüp, hayırlı bir riyazete kalbederler. Kanaat ve iktisadla karşılarlar.
  • Risale-i Nur’un ekser hakikatları, Ramazan’da ve tesbihatda zuhuru gibi; bu Hülasat-ül Hülasa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti.
  • Bu aşr-i ahir-i Ramazan’da her gece, hususan tek gecelerde Leyle-i Kadr’in bulunmak ihtimali kuvvetli olduğunu hadis-i şerif ferman ediyor. Onun için Nurcular, o nur-u azamdan istifadeye çalışmak gerektir.
  • ahiret ticareti için en çok karlı bir pazar ve manevi hayata bir bahar olan bu şuhur-u mübarekte hususan Leyle-i Berat Şa’ban-ı Muazzamın ortasında ve leyle-i kadr’in Ramazanın her gecesinde bulunmak ihtimali ile aramak ve Risale-i Nur’un her bir şakirdi şirket-i maneviye sırrıyla umum kardeşlerimin hesabına çalışmak vazifemizdir. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, amin.
  • Birinci Sual: Bu büyük zelzelenin maddi musibetinden daha elim manevi bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet ekser halkın ekser memlekette gece istirahatını selbederek dehşetli bir azab vermesi nedendir?Yine manevi cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş’e ve sürur ile sarhoşçasına gayet heveskarane şarkıları ve bazan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslamiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.
  • Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlahiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, adil-i Hakim nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakiki lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalade derecesini göstermekle, hakiki şükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.
  • Bu hadise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.
  • Leyle-i Kadir gizli olmasından Ramazanın her gecesinde; hususan nısf-ı ahirede ve bilhassa aşr-ı ahirde ve bilhassa yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yirmiyedi, yirmidokuzda bulunması ihtimaliyle, onlarda aramalı diye hadiste vardır.
  • Demek vacib olmadığı halde, nafile nev’inde yedi yaşından hadd-i büluğa kadar, büyükler gibi namaz kılıp oruç tutan çocuklar; mütedeyyin büyükler gibi mükafat görmek için otuzüç yaşında olacaklar diye bir kısım tefsirler bu noktayı izah etmeden umum çocuklara teşmil etmişler, has iken amm zannetmişler.
  • Ve bir dua:
    Sizin mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyoruz. Cenab-ı Erhamürrahimin bu Ramazan-ı Mübareke’nin hürmetine Rahmeten-lil-alemin olan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın ümmetine rahmetiyle imdad eylesin! amin. asar-ı gazab-ı İlahi olan afat ve dalaletlerden muhafaza eylesin! amin. Ve Risale-i Nur şakirdlerini neşr-i envar-ı Kur’aniyede muvaffak eylesin! amin.

***

Bediüzzaman Said Nursi’nin Ramazan Risalesi

Günün Risale-i Nur dersi: Ramazan Risalesi

 

İkinci Risale olan İkinci Kısım

Ramazan-ı Şerife dairdir

 

Birinci Kısmın âhirinde şeâir-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden, şeâirin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu İkinci Kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir. Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden Dokuz Nüktedir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِۤى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى للِنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِ [1]

BİRİNCİ NÜKTE

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.

Cenâb-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ[2] bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemal-i Rububiyetini ve Rahmaniyet ve Rahimiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazan unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubûdiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?

İKİNCİ NÜKTE

Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Birinci Sözde denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in’âm edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi; Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş, ona mukàbil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin zâhirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, Mün’im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor.

Halbuki, iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü mânevîye mazhar olur.

Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in’âmıdır; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder.

İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.

BEŞİNCİ NÜKTE

Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevâle maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır! -Eğer gaflet kalbini bozmamışsa-

ALTINCI NÜKTE

Ramazan-ı Şerifin sıyâmı, Kur’ân-ı Hakîmin nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş. O Kur’ân’ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile, o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet, Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’ân’ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِۤى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْاٰنُ [3] âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur’ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesâtına tâbi olup, yemek içmekle o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkinse ve o mesciddeki cemaatin mânevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyâma muhalefet edenler de o derece umum âlem-i İslâmın mânevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

YEDİNCİ NÜKTE

Ramazan’ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.

Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.

İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir.

Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar.

Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder.

Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur’ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.

Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek.

Ve o orucun ekmeli ise; mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır.

Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubûdiyete sevk etmektir.

Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük destgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.

SEKİZİNCİ NÜKTE

Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

İnsana en mühim bir ilâç nev’inden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.

Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kàbiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır.

Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa müptelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.

Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o mânevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celb eder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki, eskiden beri çok ehl-i velâyet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.

Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecâtına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mâsumâne gülüyorlar.

DOKUZUNCU NÜKTE

Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubûdiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene? Ve mâ ente?”

Nefis demiş: اَنْتَ رَبِّى الرَّحِيمُ – وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجْزُ Yani, “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلٰوةً تَكُونُ لَكَ رِضَاۤءً وَلِحَقِّهِ اَدَاۤءً بِعَدَدِ ثَوَابِ حُرُوفِالْقُرْاٰٰنِ فِى شَهْرِ رَمَضَانِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ [4]

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ العِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ – وَسَلاَمٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ – وَالْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ اٰمِينَ [5]

İtizar: Şu İkinci Kısım, kırk dakikada sür’atle yazılmasından, ben ve müsvedde yazan kâtip ikimiz de hasta olduğumuzdan, elbette içinde müşevveşiyet ve kusur bulunacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ihvanlarımızdan bekleriz. Münasip gördüklerini tashih edebilirler.

Bediüzzaman Said Nursi
Yirmi Dokuzuncu Mektup | İkinci Risale olan İkinci Kısım

[1] “O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” Bakara Sûresi, 2:185

[2] “Umulmadık yerlerden.” Talâk Sûresi, 65:3.

[3] Ramazan ayı, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır.” Bakara Sûresi, 2:185

[4] Allahım! Efendimiz Muhammed’e ve âl ve ashabına Senin razı olacağın ve onun lâyık ve müstehak olduğu bir rahmetle, Ramazan ayında okunan Kur’ân’ın harfleri adedince salât ve selâm et. Âmin.

[5] “İzzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Bütün peygamberlere selâm olsun. Hamd ise Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Sâffât Sûresi, 37:180-182.

Kaynaklar:

risalehaber.com

sorularlaislamiyet.com

Bu sayfa 6295 kişi tarafından okunmuştur
<