Duyurular

BEDİÜZZAMAN VE MEŞİHAT DAİRESİ

BEDİÜZZAMAN VE MEŞİHAT DAİRESİ

Bab-ı Meşihat makamı nedir?

Bâb-ı Meşîhat (Osmanlıca:باب مشيخت) Bâb-ı Fetvâ, Meşîhat Dairesi veya Şeyhülislâm Kapısı. Osmanlı Devleti'nde Şeyhülislâmların resmî dairelerine verilen isim. Günümüzde İstanbul Müftülüğü olarak kullanılan bina 19.yüzyılda ''Fetvahane'' olarak adlandırılıyordu.

               

Darül Hikmetil Islamiye kim tarafından kurulmuştur?

Daru'l-Hikmeti'l-İslâmiye, 12 Ağustos 1334 yani 25 Ağustos 1918'de 5. Mehmet Reşat ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'nin zamanında kuruldu.

Meşihat Kurumuna bağlı olarak kurulması planlanan kurum hakkındaki kanun teklifi 25 Şubat 1918 günü Meclis-i Âyanda görüşülerek kabul edilmiştir. 5 Mart 1334/1918 tarihinde padişah VI. Mehmed Vahîdüddin iradesiyle yürürlüğe konmuştur. 12 Ağustos 1918 tarihinde resmî olarak açılışı yapılmıştır.

Meşihat Dairesi  (Meşihat, Meşihat-ı İslamiye)

Osmanlılarda ilmiye sınıfının başı ve sadrazamdan sonra devletin ikinci büyük görevlisi olarak kabul edilen Şeyhülİslâmların görev yaptığı makama verilen isimdir. Bu makam ayrıca “Bâb-ı Fetvâ”, “Bâb-ı Meşîhat”, “Şeyhülislâm Kapısı” olarak da anılmıştır.

Özellikle Tanzimat Devrinde dinî temellere dayanan bütün müesseselerin idare ve kontrolü Meşîhat Dairesi tarafından yürütülmeye başlandı. Böylece Şeyhülislâm, statü bakımından 19. yüzyılda nâzırlar (bakanlar) ile eşit konuma geldi ve hükûmet üyelerinden birisi sayıldı. Mithat Paşa’nın 1876’da ilân ettiği Kânun-ı Esasî’nin 27. maddesine göre, diğer nâzırlardan üstün duruma getirildi.

1920 yılına kadar çeşitli zamanlarda yapılan reformlarla bu makam olgunlaştırılmışsa da, Osmanlı Saltanatı 1922’de ortadan kaldırınca, Meşîhat Dairesi de feshedildi.

Bediüzzaman'ın Meşihat Dairesinde Çalışmaya Başlaması

Bediüzzaman, Rusya sürgününden kurtulup 1918 yılında İstanbul’a geldikten sonra Enver Paşa’nın teklifi ve ısrarı ile ordunun adayı olarak Meşihat-Şeyhülislamlığa bağlı bir kurum olarak görev yapan Dar-ül Hikmet-il İslamiyeye üye olarak atanmış ve dört yıla yakın bir süre ile burada görev yapmıştır.

1926 yılının bahar aylarında sürgün edilmek üzere Van’dan alınıp İstanbul’a getirilen Bediüzzaman, Nisan-Mayıs aylarında İstanbul’da 20 gün kadar kalmıştır.
 
Bu dönemde İstanbul’da Bediüzzaman’ın defalarca ifadesi alınmış ve Şeyh Said hadisesi ile ilgili olarak sorgulanmıştır. Bu sorgulanmalar neticesinde, hadise ile bir ilgisi olmadığı anlaşılan Bediüzzaman Burdur’a sürgün edilmiştir.

İstanbul’da kaldığı bu süre içerisinde ifadeye götürülürken daha önce görev yaptığı Meşihat binasının önünden geçirilen Bediüzzaman, bu binanın kız okulu haline getirilmesine bir hayli üzülmüş ve bunu Risale-i Nur’da birkaç yerde dile getirmiştir.
Bunlardan bir tanesi Denizli Mahkemesi müdafaasında ifade edilmiştir.

‘’Bir fikir kalbime gelmiş, şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi milletin maslahatına ve vatanın menfaatine çok lüzumlu iken beni sıkması îma eder ki, benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise ya bilmiyor, ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camiini puthaneye ve Meşîhat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olmasına imkân var mıdır?"

 

Meşihat Dairesi Yangını

 

Meşihat yangın haberi

Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de konu ile ilgili olarak  duygularını şu şekilde ifade ettiği görülmektedir.‘’Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, "Meşihat dairesi ne haldedir?" diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: "Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır." İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok; kemal-i me’yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatların hararetli ahları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes "Vâ esefâ" dedi; ben ve benim gibi yananlar, "Elhamdü lillâh" dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon zarar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mânâ var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazan sudan ziyade temizlik yapar. ‘’

Osmanlı devletine ve bütün İslam alemine çok büyük hizmetlerde bulunan Meşihat dairesi, böylesine bir muamele ile kapatıldıktan sonra, yerine ikame edilmeye çalışılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Rıfat Börekçi ile birlikte buraya atanan başkanlar, aradan bunca yıl geçtikten sonra, bu manaya ne kadar hizmet edebildi?  Buraya atanan Diyanet İşleri Başkanları, kendi vazifelerinin gerektirdiği cesaret ve dirayeti ne kadar gösterebildiler? Kararlarında, İslami kaygılar dışında, ne gibi saiklerle hareket ettiler? Bu konunun çok ciddi bir tahlile tabi tutulması gerekir.

Cerîde-i İlmiyye Mecmuası

Meşihat-ı Celile-i İslamiyyenin Ceride-i Resmiyyesidir.

Cerîde-i İlmiyye, 3 Receb 1332 (28 Mayıs 1914) tarihinde Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri’nin teşebbüsü ile yayım hayatına başlamıştır. 1 Safer 1341 (23 Eylül 1922) tarihine kadar yayım hayatını sürdürmüştür.

Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasıyla beraber istifa eden Tevfik Paşa hükümetiyle birlikte o dönemde Şeyhülislam Mehmed Nuri Efendi idaresindeki Bâb-ı Meşîhat da ortadan kalkmış ve Cerîde-i İlmiyye, 79. sayısıyla birlikte neşriyatına son vermiştir. Bâb-ı Meşihat (Şeyhülislam Dairesi) tarafından, 1914-1922 yılları arasında “Meşîhat-ı Celîle-i İslâmiyye’nin Cerîde-i İlmiyye-i Resmiyyesi’ ibaresi ile neşredilen Cerîde-i İlmiyye, Bâb-ı Meşîhat ile buna bağlı kuruluşlardan Fetvahane ve şer‘î mahkemelerin dinî meselelerle ilgili fetva, hüküm ve kararlarının, medrese ve tekkelerle Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye gibi dinî kuruluşlara ait talimat, nizamname ve haberlerin ilan edilmesi amacıyla yayımlanmıştır. Şeriatın hükümlerinin tatbiki hususunda önemli görevleri bulunan Dâire-i Celîle-i İlmiyye’ye dair resmî ve ilmî meseleleri dile getirecek bir derginin, bütün devlet memurları ile ilim ve marifet sahiplerine yönelik olduğu belirtilmiştir. İlaveten 1914-1922 yılları gibi, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi’nin yaşandığı, toplumun bilgilendirilmeye, dayanışmaya ve maneviyata daha çok ihtiyacı olduğu zamanlarda yayımlanan Cerîde-i İlmiyye halkın bu ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemiş, farklı yönleriyle söz konusu dönem içinde önemli bir yer edinmiştir. Sosyal, siyasî, kültürel değişimlerin son derece yoğun olduğu bir dönemde çıkmış olması, dergiyi dönemin zengin bir kaynağı haline getirmektedir. Dergide kullanılan dil Türkçe olmakla birlikte bazı zamanlar Arapça, Farsça, Tatarca ve Urduca dilleriyle kaleme alınmış yazılar da bulunmaktadır.

 

Kaynaklar:

Bab-ı Meşihat,Asırlar Boyunca İstanbul sayfa 8

https://www.risalehaber.com/mesihat-seyhulislamlik-8470yy.htm

https://sorularlarisale.com/mesihat-dairesi-mesihat-mesihat-i-islamiye

https://www.arkitera.com/gorus/alfred-heilbronn-botanik-bahcesi-tarihin-katmanlari-uzerinden-guncel-durumu-anlamak-ii/

 

Bu sayfa 1453 kişi tarafından okunmuştur
<