Duyurular

Bediüzzamanın Bitlis Hayatından Bir Portre: Bitlis Valisi Ömer Paşa

Bediüzzamanın Bitlis Hayatından Bir Portre: Bitlis Valisi Ömer Paşa

Bediüzzaman’ın siyasî hayata ilk girişi 1895 yılında Mardin’e gelmesiyle başlamıştır. O yılda Mardin birçok karışıklığa sahne olmuştur. Bazı aşiretler Ermeni köylerine saldırmış, öldürme ve yaralama neticesinde Ermeniler şehir merkezine sığınmışlardır. Mardin’in ileri gelen din âlimleri onlara sahip çıkmış, sağduyulu davranarak ileride oluşabilecek büyük bir kaosun önüne geçmişlerdir. Bediüzzaman’ın bu konudaki rolünü kesin bilemiyoruz. Ancak tarihî belgeler incelendiğinde, bazı bilgilere ulaşabileceğiz.

Molla Said, Mardin’de bulunduğu sıralarda biri Cemaleddin-i Afganî Hazretlerine, diğeri Sünusî tarikatına bağlı iki dervişle karşılaşır. Bu iki seyyahın İslâm Birliği düşüncesi, ona yol gösterici olur. Aynı zamanda hürriyet düşüncesi de Mardin’de alevlenir. Namık Kemal’in “Rüya” adlı makalesi eline geçer ve böylece onun hürriyet ve fikir mücadelesini takdir eder ve daha sonra Münâzarât adlı eseriyle bu düşüncelerini anlatmaya çalışır.

Bediüzzaman’ın Mardin hayatı, yayınlanan eserlerden edindiğimiz bilgilere göre, çok hareketli ve çalkantılı geçmiştir. Onun medrese talebeleri ve âlimlerle münâzâraları neticesinde kendini kabul ettirmesi, Meşrûtiyet ve Hürriyet düşüncesi ile ilk tanışması ve en önemlisi de ilk defa siyaset hayatına Mardin’de başlaması kayda değerdir. Evet, Bediüzzaman ilk defa devlet sistemi ile tanışacak, devletle yüzleşecek ve bilinmeyen sebeplerle ‘bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla Bitlis’e sürgün edilecekti.

1895 yılında Mardin’den Mutasarrıf Selanikli Mehmet Enis Paşa tarafından Bitlis vilayetine sürgüne gönderilen Molla Said henüz on sekiz yaşındaydı. Aynı tarihte ise Bitlis valisi Tahsin Paşa’nın azliyle yerine Sason Tahkik Komisyonu azasından Ömer Bey’in vekâleten tayini 28.01.1895 tarihi itibariyle gerçekleşmişti.

Bitlis Vali Konağı

“Ömer Sabri Bey’in Bitlis Valiliğine gönderilmesi Emniyet Sandığı müdürü iken gösterdiği bir tavırdan sonra olmuştu. Bir takım saray mensubu, hanım Sultan ve Şehzadenin rehin mücevherat ve başka eşya için özel muamele taleplerini Ömer Sabri Bey geri çevirmiş, “Ben sultanlara halktan ayrı muamele yapmam” diyebilmiştir. Bu adilane yaklaşımından hemen sonra Ömer Sabri Bey valilik ile ödüllendirilmiştir.”

Molla Said’in Bitlis valisi Ömer paşa ile ilk karşılaşması ise enteresan olmuştur. Bediüzzaman’ın yeğeni Abdurrahman Nursi’nin tarihçenin ilk kaynak teşkil eden eserinde bu karşılaşma olayını şöyle anlatılır:”

Bitlis’te iken bir gün kendisine, vali ile bir takım memurların içki içtikleri haberi verilir. Bunun üzerine Molla Said, “madem ben sürgün edilmişim, Bitlis gibi dindar bir memlekette hükümeti temsil eden bir kimsenin işlediği bu çirkin fiili kabul edemem” diyerek toplantıyı dağıtmak üzere teşebbüse geçer. Üzerinde rovelveri ile bir hançeri vardır. Vali ve yanındakilerin tam içki içmeye başlayacakları bir sırada içeri girer. Önce içki hakkında bir hadisi şerif okur. Sonra ağır bir şekilde sövüp saymaya başlar. Valinin, kendisini yakalatmak için herhangi bir işaret vermesi ihtimalini de göz önünde tutarak bir elini rovelverinde tutar. Bu suretle, yapılacak bir müdahalede derhal ateş etmeyi düşünür. Fakat vali, son derece tahammüllü ve hamiyetli bir zat olduğundan katiyyen ses çıkarmaz. Molla Said, olay yerinden çıkarken valinin yaveri kendisine:

-Yahu ne yaptın, söylediğin şeyler idamını gerektirir.

Bediüzzaman: – idam hiç aklıma gelmemişti. Olsa olsa hapis veya sürgün edileceğimi sanıyorum. Her ne ise, bir münkeri (şeriatça yapılması caiz görülmeyen) def etmek için ölsem bile ne zararı var.

Oradan ayrıldıktan bir iki saat sonra, vali iki polis vasıtasıyla kendisini istetir. Önce polisleri vurmak ister, fakat sonradan bu fikrinden vazgeçer, iki polis memuru için hayatını feda etmektense vali ile çatışmayı daha çok tercih eder ve doğruca valinin bulunduğu yere gider. İçeri girdiğinde vali ayağa kalkar ve Molla Said’e doğru yaklaşır. Molla Said, valinin kendisini yakalayacağını sanarak elini rovelverine atar. Oysa vali, Molla Said’in elini öpmek ister. Molla Said’e oturması için yer gösterdikten sonra:

– Herkesin bir piri vardır. Sen de benim pirimsin, yanımda kalacaksın der.

Bediüzzaman bu olaydan sonra Ömer Paşa’nın en yakın dostu olmuştur.”

Günümüzde bile Bediüzzaman’ı ve eserlerini anlamakta aciz olduğumuz düşünülürse Paşa’nın genç Said’in ilmi kabiliyetini ve büyük cesaretini görerek ne kadar ileri görüşlü olduğunu gözlemliyebiliyoruz. Paşa genç Said’i evine alır onu başta misafir eder, daha sonra ona bir oda tahsis eder ve “Bu odada kalıp ilmine çalışacaksın.” der. Genç Said’de burada kendini ilim mütalaasına verir. Genç bir delikanlı olan Molla Said Vali Paşa’nın konağında, yıllar sonra telif edeceği “Risale-i Nur” adlı külliyatındaki kendi ifadesiyle iki yıl kaldı. Bitlis’in yönetim merkezi olan Gökmeydan Mevkiinde, Gökmeydan Camii ve Hükümet Konağı’nın oldukça yakınında bulunan bu konağın zengin sayılan bir kütüphanesi mevcuttu. Genç Molla Said Tarihçe-i Hayatına göre, bu kütüphaneden azami ölçüde yararlanarak, ilk gençlik yıllarında Doğu Beyazıt’tan başlayarak ezberlediği muhtelif bilimlere ait 90 cilt kitabın bir bölümünün ezberini ve tekrarlarını burada gerçekleştirdi. Vali’nin ısrarı ve hatta icbarıyla yerleşmiş olduğu bu konak, Molla Said’in baba ocağından dokuz on yaşlarında ayrıldıktan sonraki ilk ikametgâhı oldu. Zira gençlik yıllarındaki dağdağalı hayatının şehadetiyle, bu yaşlarda baba ocağı olan Nurs köyündeki evinden ayrılmak suretiyle, müteakip birkaç yıl boyunca çevredeki medreselerde adeta mekik dokuyarak,  harikulade zekâsını tatmin edecek ilimlerin peşinde koşmuştu. İşte Bitlis’teki Vali Ömer Paşa’nın Konağı, Genç Said’in  bu fırtınalı ilim serüveninin ardından iki yıllığına demir attığı sakin bir liman hükmüne geçti.  Ateşin bir zeka ve inanılmaz bir çalışma azmine sahip Molla Said bu konakta, Şark medreselerinin fakir kütüphanelerinde bulamayacağı temel  İslami ve kısmen de müsbet bilimlere ait bol miktarda klasikleri elde etti ve  onları adeta ezberleyip yutacak müsait zamanı buldu.

Valinin hanımı vefat etmiş, evinde altı tane bakire genç kızları vardır. Bir gün bu kızlardan birisi, bir iş için genç Said’in odasına girmek ister. Delikanlı molla Said ise, namus ve iffetinin muktezası olarak genç kıza bağırarak, odasından kovar ve odanın kapısını şiddetle çarparak kapatır. Kız müteessir ve üzgün bir halde geri döner.

Aynı günde de Bediüzzaman’ı kıskanan muziplerden birisi, Vali’nin kulağına şu sözleri fısıldar:

“Said’i evinize nasıl bırakabiliyorsunuz? Kızlarınız genç-bakire.. hanımın yok.. Said ise genç delikanlıdır. Nasıl böyle kabul edebiliyorsun?” diyerek Vali Bey’in kalbine vesvese verir

Vali Bey, akşamleyin eve geldiğinde; Molla Said’den fırça yiyen genç kızı, ağlaya ağlaya babasını karşılar ve:

“Baba! Bu odaya bıraktığınız Said delidir. Bize sövüyor odasına bırakmıyor.” Diye şikâyette bulunur.

Vali Bey, fısıldanan vesveseli sözlerin tam zıddına, namus ve iffet timsali Molla Said’in şu haline muttali’ olunca, hemen kalkar, Said’in odasına girer ve:

“Herkesin bir piri var benim pirim de sensin!” deyip elini öper ve bu hadiseden sonra da, Vali paşa’nın Molla Said’e iltifat ve ihtiramı bir kat daha artar.

Hadiseyi birde Bediüzzaman’nın kendisinden dinleyelim.

“Tarih-i hayatımı bilenlere malumdur. Elli beş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitlis te merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir alim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: “Neden bakmıyorsun?”
Derdim: “İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.” Tarihçe-i Hayat sh. 448”

Molla Said Bitlis’te bir gün askerlerin içine girerek merak saikasıyla onları yakından görmek ister. Bu münasebetle Bitlis’te “Gökmeydan” denilen yerde bulunan askerlerin yanına gider. Kışlaya yaklaşınca kendisine, yasaktır derler. O, bunu hiç duymamış gibi yoluna devam eder. Bunun üzerine orada bulunan askerlerden beş tanesi Molla Said’in başına üşüşürler. Aralarında kavga başlar. Molla Said her defasında iki kişiyi yere yolluyor, dönüp diğerleriyle uğraşıyordu. Bu sırada içlerinden birisi silahına el atmak ister. Molla Said, askerin elinden silahı alarak bunu sopa yerine kullanmaya başlar. Molla Said’le başa çıkamayınca, kışladan yirmi kadar asker daha çıkıp gelir. Molla Said, bir müddet daha dayandıktan sonra bir hayli hırpalanmış bir vaziyette yere yığılır. O sırada askeri kumandanlardan birisi gelir. Olayın mahiyetini sorunca askerler:

– Efendim, bir eşkıyadır yakaladık ve öldürdük, diye cevap verirler.
Molla Said bunları duyar. Hemen ayağa kalkarak:

– Askerler! Yalan söylemeyiniz. Ben çabuk çabuk ölmem. Kumandan Molla Said’i tanıyınca askerleri azarlar.

Bunun üzerine Molla Said:

Askerleri azarlamayınız, çünkü hata bendedir. Aynı zamanda askerlere hakkımı da helal ediyorum. Çünkü onlardan hayfımı almışım. Aslında ben onları daha çok dövdüm. Şu var ki benim attığım dayak onların hepsine dağılmış, onların bütün darbeleri ise bende toplanmıştır. Şayet benim vurduğum darbeler de bir kişide toplanmış olsaydı onlarınkinden üç dört misli fazla olacaktı. Yalnız içlerinden mülazıma (teğmen) hakkımı helal etmem. Çünkü o beni döverken aynı zamanda sövüyordu. Doğrusu ondan vazgeçmem! Bu olaydan sonra Molla Said yasaklara fevkalade riayet etmeye başlar. Demek bir emrin kabul ettirilmesi için böyle bir hadiseye ihtiyaç vardır. Molla Said’in başından geçen bu olay ona bir ibret dersi olmuştur. Molla Said, yaradılış itibariyle belli bir kanun altında yaşamayı hazmetmez, hareketlerinin sınırlandırılmasını sevmez, her halinde ve davranışında gayet hür ve serbest olmak isterdi. Hatta ölümünü dahi bu şekilde arzu ederdi. Yasaklandırmadaki sınırlandırmalar canını sıkardı. Bu konuda şöyle derdi: “Medeniyetin sınırlandırmalarına alışmam için başımdan her zaman böyle gürültülü hadiseler geçmelidir. Aksi halde özgürlük ve serbestliğimi hiç bir kanunla sınırlandıramam.” Bundan dolayıdır ki, İstanbul’a ilk geldiklerinde, özgürlüğünü sınırlandıracak bütün kayıtlardan uzak kalmaya özen göstermeyi hiç bir zaman ihmal etmemiştir. Molla Said Bitlis’te iken henüz on sekiz yaşlarında idi. Ergenlik yaşına yeni girmiş sayılırdı. Bu yaşına kadar edinmiş olduğu bütün malûmatı sünuhat (içe doğan şeyler) kabilinden olduğu için, öğrendiklerini uzun uzadıya mütalaa etmeye 1üzum görmezdi. Fakat bu yaştan sonra, ergenlik çağına girdiğinden mi, yahut siyasete karıştığından mı, her neden ise eski sünuhatı artık yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı Molla Said, âlimler arasında işgal ettiği mevkii korumak için de olsa, çeşitli bilim dallarından her birine ait bir-iki metni ezberlemek zorunda kalmıştır. Özellikle İslam Dinine karşı yöneltilen şek ve şüpheleri red etmek için meşhur bir kelam kitabı olan “Metali” ve “Mevakıf” adlı eserleri ve teknik bilgilerle yüksek öğrenime ait bulunan kırka yakın değişik metinleri olduğu gibi ezberler. Hatta her gün okumak suretiyle üç ayda bir defa, ezberlemiş olduğu bu kitapları devrediyordu.

Bediüzzaman’ın birbirine zıt iki hali vardı:

Birincisi: Düşünce ufkunun çok açık olduğu zamanlar… Bu sırada hangi kitabı eline alsa onu anlamaması mümkün değildi.

İkincisi: Fikrinin münkabız (sıkışmış) bulunduğu vakitler… Bu vakitlerde ise, okumak orda kalsın konuşmaktan bile hoşlanmazdı.

Fikrinin münkeşif (açık) olduğu zamanlar, daha çok gençlik yıllarına rastlar. Yirmi yaşını aştıktan sonra artık inkişaf saatleri inkıbaz saatlerine oranla gittikçe azalmaya başlar. Esaretten döndükten sonra, karşılaştığı sıkıntılar yüzünden olacak ki, inkıbaz saatlerinin oranı daha da yükselmişti.

Kürdistan halkı genellikle Şafii Mezhebine bağlı olduğu için Molla Said, Hanefi fıkhına ait kitapları pek okumamıştı. Sırası geldiğinde âlimlere, Hanefi kitaplarının kolay olduğundan bahsederdi. Bir gün eline Hanefi mezhebine ait bir kitap geçer. Okuduğu konu hakkında önce, “yanlıştır” hükmüne varır. Sonra biraz daha okuyunca konuyu anlamaya başlar. Bunun üzerine:

-Eyvah! İmam-ı Azam’ın mezhebine bağlı olanlara karşı edebe aykırı sözler söyledim. Herhalde bunun için olacak ki, İmam-ı Azam’ın bir kerameti olarak bu kitabı anlamada güçlük çektim ve bu hatamın tokadını yedim.

Molla Said, “Mirkat” namındaki Molla Husrev’in yazmış olduğu fıkıh usulü kitabı, yanında haşiye ve şerhi olmadığı halde anlamaya ve ezberlemeye başlar. Daha sonra eline geçen şerh ve haşiyelerle kendi açıklamaların karşılaştırınca, üç kelime dışında, bütün konularda yaptığı açıklamalarını isabetli olduğunu görür. Söz konusu üç kelime de şerhlerindeki manalara yakın olduğu için bunlar da âlimlerin kabulüne mazhar olur.

Bir gün Molla Said’e birisi, Bitlis şeyhlerinden Mehmet Küfrevi Hazretlerinin kendisine beddua ettiğini yalandan söyler. Molla Said, bunun üzerine şeyhi ziyarete gider. Yanına varınca şeyh hazretleri Molla Said’e iltifatta bulunur. Hatta kendisine teberrüken ezberden şu dersi verir;

“Eşyaların miktarlarını kudretiyle takdir eden, şekilleri hikmetiyle suretlendiren Allah’a hamdolsun. Peygamberlik dairesinin çemberi olan, Hazreti Muhammed’e (Aleyhissalatü Vesselam), nübüvvet ve cömertlik kisvesinde olan Ehl-i Beytine, feleklerin üstünde yıldızlar döndükçe yerin etrafında bulutlar gezdiği müddetçe kıyamete kadar Salat ü Selam olsun.”

Bediüzzaman’ın Bitlis’te konağında misafir olarak kaldığı iki yıl içerisinde beraber olduğu Vali Ömer Sabri Bey 1843 yılında Yunanistan Mora Yenişehir’de doğdu. Babası Leskovikli Mehmet Ragıp Beydir. Bitlis Valisi Ömer Sabri Bey, daha önce Mülkiye Tekaüd Nezareti Sandık Emaneti, Maliye Nezareti Ser veznedarlığı ve Dersaadet Emniyet Sandığı Müdürlüğünde bulunmuştur.

1895 yılında vekâleten atanmış, bir yıl sonra asaletini müteakip bu görevini 1897 yılının sonuna kadar sürdürmüştür. Bitlis Vali Vekâletine 1895 Yılında 17.000 kuruş maaş ile tayin edilmiş, bir yıl sonra asaleti tasdik olunduğunda kendisine bala rütbesi ile beraber zam da verilmiş, aylığı 20.000 kuruş olmuştur. Fakat yine bir yıl sonra yürürlüğe giren tenkisat ile birlikte maaşı 18.000 kuruşa tenzil edilmiştir. Ömer Sabri Bey Mekteb-i Mülkiye Mezunu valilerden olup, Arnavutça, Fransızca ve Rumca dillerine vakıftı.

Ömer Sabri Bey Bitlis’te 1898 yılının Temmuz ayında vefat etti. O’nun yerine Bitlis valiliğine 25.08.1898 tarihinde Bitlis Kumandanı Mirliva Ali Paşa vekâlet etmiştir.

Bitlis Valisi merhum ile ilgili Devlet Arşivlerinde yayınlanan elli adedin üzerinde belgeye ulaşılabiliniyor. Bu belgelerden anlaşıldığı kadarı ile merhumun Bitlis Vali vekilliği, Valilik ataması, mahalli şikâyetler ve vefatından sonra vereseleri olan oğlu ve kızlarının birikmiş maaş taleplerinin karşılanması ile ilgili yazışmalar yer almakta ayrıca bir belgede de 1303 (1898) İstanbul doğumlu Hüseyin Sermed bey adında bir oğlunun olduğunu öğreniyoruz.

 

KAYNAKLAR

1.  Abdulhamit KIRMIZI, Abdülhamid’in VALİLERİ. İstanbul: Klasik Yayınları. 2007

2.  Abdülkadir BADILLI, Bediüzzaman Said-i Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı.1991

3. Başbakanlık Devlet Arşivleri.

4. Öğr. Gör. Salih Uluçay Bitlis Eren Üniversitesi.

Bu sayfa 1197 kişi tarafından okunmuştur
<