BEDİÜZZAMAN’IN ESKİ SAİD DÖNEMİNE AİT BİR HATIRA
BEDİÜZZAMAN’IN ESKİ SAİD DÖNEMİNE AİT BİR HATIRA
Merhum İsmail Çetin Hocaefendi anlatıyor;
“Mecnasarlı Üstad Molla Musa Rahimehullah şöyle anlattı: “Ben talebe olduğum zaman bir arkadaşımla Bismil’de Dicle'den geçmek istedik. Orada köprü yoktu, kayıkla geçiliyordu![]()
Merhum İsmail Çetin Hocaefendi'nin hatıralarının derlendiği "Şimdi: Hatatım Hicretim" adlı eserde, Üstad Bediüzzaman'ın gençlik dönemine ait bir hatıraya denk geldim. Dikkatimi çeken bu hatırayı sizlerle paylaşmak arzu ettim. Eserde bu hatıra iki yerde bazı ufak farklılarla anlatılıyor. Ben ikisini karşılaştırıp bir metin haline getirdim. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org
Merhum İsmail Çetin Hocaefendi anlatıyor;
Bismil.
Fırat nehri
"Mecnasarlı Üstad Molla Musa Rahimehullah şöyle anlattı: "Ben talebe olduğum zaman bir arkadaşımla Bismil'de Dicle'den geçmek istedik. Orada köprü yoktu, kayıkla geçiliyordu Kayıkçıya vardık. Ne bakalım ki, orada keşkül toplayan iki tane derviş kıyafetli adam.
Kayıkçı bize yönelerek,
"Siz talebesiniz galiba? Ben sizden para talep etmem." dedi. O iki kişiye yöneldi; "Siz keşkül topluyorsunuz, sizden para alacağım" dedi. Onlardan para aldı.
Kayıkla nehirden geçtikten sonra büyük bir tarla vardı.Tarlanın kenarından geçivorduk. Ancak yolcular tarlanın ortasından ekine basarak yol açmışlardı.Biz birbirimize "Nasılsa buradan yolcular geçmiş, ekine basıp bu kestirme yoldan biz geçersek günahkar olmayız" dedik ve oradan geçtik. Vardığımız yerde bir pınar vardı. Orada abdest aldık. Bakalım ki o iki derviş kıyafetli adam kestirme yolun başında durdular. Birbirleriyle konuştular. Bizim geçtiğimiz kestirme yoldan değil, büyük tarlayı dolanıp uzun yoldan geldiler.
Ben ve arkadaşım gıpta ettik. "Bunlar derviş ama bizden daha takva, bizim yolumuzdan değil, uzun yoldan geldiler" dedik.
Onlar da geldiler, abdest aldılar, pınarın üzerinde oturdular, istirahat ettiler.
Birisine yönelerek "Ismin ne dedim. "Said" dedi. Diğerine sordum. O da "Said" dedi. Benimle alay ediyorlar diye düşündüm. Baktım heybelerinde kitaplar var. Sırtında heybe olana "siz okuyormusunuz" diye sordum. "Evet" dedi. Diğeri konuşmadı.
"Sizin heybenizdeki kitap mıdır?" dedim.
Benle konuşan Said "Evet" dedi. "Ne kitabı" diye sordum. "Buhari" dedi. O zamanda ben Buhârî'nin birinci cildini ezberlemiştim.
Derviş, okuyayım mı size?" dedim. Benimle konuşan "Evet." dedi. Kitaplardan birini çektim. Baktım ki ezberimde olan Buhari cildi. Zaten ezberimde olan ibarevi okudum. Benimle konuşan Said öbür Said'e "Nasıl?" diye sordu.
Ellerini kaşlarını oynatarak, alay edercesine, şöyle böyle diye, elle işaret ederek "geçerlidir" dedi.
Ben çok sinirlendim. "hele derviş bir de sen oku" dedim. Kitaba bakmadan ibaresini okudu.
"Mana eder misin derviş?" dedim. Normal bir manayla mana etti.
Bana "nasıl" dedi.
"Güzel" dedim. Bir daha mana etti.
"Nasıl" dedi. "Güzel" dedim.
Böylece altıncı kereye kadar "nasıl" deyişine "daha güzel, daha güzel" demekle yetindim.
Sonra başka vecihlerle mana etti. "Nasıl" demesine cevap veremedim ve anlayamadım.
Aklıma geldi. Molla Said-i Kürdi meşhur ile Molla Said Cimzerki dolaşıyorlarmış. Buhari okuyup mana edene yöneldim; "Yoksa sen Molla Said-i Kürdi misin?" dedim.
Arkadaşı olan Cimzerkli(Siirt'e bağlı) Molla Said "Evet dedi.
" Nereye gidiyorsunuz?" dedim.
"Farkin=Silvan'a gidiyoruz." dedi.
"Biz de Farkin'e gidiyoruz" dedim. Arada elimi cebime attım. Üç mecidiyemden bir mecidiye para çıkardım." "Üstadım, elhamdulillah sizinle tanıştım, yüzünüzü gördüm. Bu da bir talebe olarak üstadıma hediyemdir" dedim.
Elini cebine götürdü. Bir sarı lira çıkardı. "Bir lirası olan bir kimse üç mecidiyesi olandan bir şey alamaz" dedi.
Efendim, kabul ederseniz sizinle beraber gelmek istiyoruz?" dedim.
"Bizi bildirirseniz, hayır! Bizi bildirmezseniz, evet!"
"Bildirmeyeceğiz" dedim.
Vakit akşam namazına yakındı. Kenbeli köyüne vardık. Yatsı namazından sonra iki kişi bize geldi.
Birisi "Benim evim müsait, sizden iki kişi götürebilirim." dedi.
İkinci adam "Evim yatmaya müsait değil, ama size yorgan yastık getirebilirim, Allah bana ne nasip ettiyse ondan size getiririm" dedi.
Üstad Molla Said dedi ki; "Siz gidiniz, size ağa yemeği verilecek, bizler burada kalacağız, Allah yemeği bize gelecek."
Artık adamla gittik. Adam bulgur pilavı ile dolu bir tavuk bize ikram etti. Sabahleyin namaza camiye gittik. Ne bakalım ki bir yorgan bozulmuş, bir yorgan bozulmamış. Anladım ki üstad uyumamış. Baktım oraya, eşyalarında bayat ekmek var.
"Bu, Allah yemeği, sizin yediğiniz ağa yemeği" buyurdu.
Namazdan sonra biraz uyuduk. Yola devam ettik. Kenbeli ile Silvan arası beş yahut sekiz saat çeker. Nihayet o gün akşama dogru Silvan'a vardık.
"Molla Hüsevin Küçük'ün yanına gidiyoruz. Bilir misin?" diye benden sordular.
"Evet, ben onun talebesiyim" dedim.
Edeb olarak, medresesine varınca kapıdan geçtik, selam verdik. Selamı aldı ve derse devam etti. Hürmeten ellerimizi bağlayıp bekledik.
Merhum Molla Hüseyin Küçük
Üstad Molla Hüseyin Küçük, "Muhtasar" dersi veriyordu. O kadar çok ayakta kaldık ki neredeyse yere düşecektik. Ders bittikten sonra Molla Hüseyin onlara bakarak;
"Galiba siz hoca yahut talebesiniz. Dikkatiniz bendeydi. (Üstada hitap ederek) Sen çok dikkatli bakıyorsun. Verdiğim dersi nasıl gördünüz" dedi.

Üstad Bediüzzaman rahimehullah "Muhtasar'ı paramparça ettiniz...Teftezâni, kitabının senin gibilerin eline geçeceğini bilseydi bu kitabı yazmazdı" dedi.
Molla Hüseyin dikkatli dikkatli baktı ve sordu;
-Sen Molla Said misin?"
Bediüzzaman cevap vermedi. Arkadaşı;
-Evet dedi.
Üstad Molla Hüseyin "Siz nereye gitmek istiyorsunuz" diye sordu.
-"Ferhand'a Seyda Molla Yahya'ya gitmek istiyoruz" dedi.
Üstad Molla Hüseyin ayağa kalktı, dışarıya çıktı, biraz yürüdü "Bu yol Ferhand'a gider" diyerek döndü.
Herhangi bir ikramda bulunmadı. Ben de onları uğurlamak için biraz yürüdüm. Onlarla beraber gitmek istedim. Kabul etmediler.
Zaten Üstad Molla Huseyin rahimehullah'ın yanında okuyordum, döndüm. Kapıdan geçtikten sonra ayakta bekledim. İşaretle "otur" dedi. Oturdum.
Ben "Seydam = Hocam, neden o misafirlere ikramda bulunmadın" dedim.
Üstad Molla Hüseyin rahimehullah; "biliyorsunuz ben, sufi meşrepliyim. İşittim ki meşhur Molla Said-i Kürdi ile Molla Said Cimzerki dolaşıyorlarmış. Onlar da sûfi değil, felsefidirler. Benden soru sorarlarsa, hakkından çıkamayacağım diye korktum. En iyisi ne ben onların kalbini kırayım, ne de onlar benim kalbimi kırsın. Korktuğumdan dolayı bir şey söylemedim" dedi.
Üstad Molla Hüseyin Küçük rahimehullah hadiste çok büyük bir âlimdi ve birçok icazeler vermişti."

Said Nursi'nin arkadaşı Molla Said Cimzerki ile gitmek istedikleri Seyda Molla Yahya Ferhandî
Seyda Molla Yahya Ferhandî
Doğum: 1859 Diyarbakır
Ölüm: 20 Ekim, 1951
Son dönem İslâm âlimlerinden (D. H. 1276/M. 1859, Kayadere (Ferhand) köyü / Silvan / Diyarbakır - Ö. 20 ekim 1951). Aslen Kulp ile Muş arasındaki bölgede yer alan Xiyan aşiretine mensup Malamelikî köyündendir. Adı geçen aşiretin, soy itibariyle Hz. Muhammed’în (s.a.v.) amcası Hz Abbas’ın oğlu Hz Fadl'a dayandığı söylenmektedir. Seyda Molla Yahya, Molla Şemdin’in oğlu olan Molla Haci’nin oğludur. İki evlilik yapmıştır. İkinci evliliğinden üçü erkek, üçü kız olmak üzere altı çocuğu dünyaya gelmiştir.
Seyda daha çocuk yaşlarında babasının yanında okumaya başlar. Bir müddet babasının yanında okumaya devam ettikten sonra yöredeki diğer talebeler (fakiler) gibi, kimi zaman aç kimi zaman tok bir şekilde yörenin farklı yerlerinde bulunan medreselerde sıra kitapları eğitimini alır.
Molla Yahya, Silvan Müftüsü Seyda Molla Ahmet’in yanında bir müddet ders aldıktan sonra Muş’ a gider. Muş merkezinde meşhur olan Seyda-i Hacı Tayyib’in medresesinde bizzat Seyda Hacı Tayyip'ten bir müddet ders alır. Bilahare Bismil ilçesinin Tilşahmi köyünde Seyda-i Şeyh Ömer Tılşahmi Efendinin yanında uzun bir müddet tahsilini sürdürür ve ondan icazet alır.
O dönemde her talebe, okumaya başladığı andan itibaren tahsilini tamamlayıp icazet alma ve herhangi bir köyde İmam-Müderris olma hayali ile yaşardı. Ancak Seyda Molla Yahya, ilme olan iştiyakı ve arzusu sebebiyle eline geçen bu fırsatı bırakır ve hocasından müsaade alarak, Bismil’in Belli köyünde müderrislik yapan Seyda Molla Said Belli'nin medresesine gider ve bir müddet daha ders alır. Kendisi de Molla Yahya gibi Şeyh Ömer Efendinin talebesi ve mucazı olan Molla Saidé Bellî, aynı zamanda Nakşibendi Tarikatına müntesip bir şeyhti. Bu hocasından Tasavvufi dersler de alan Molla Yahya, sonunda hocasından biri ilmi diğeri tasavvufi olmak üzere iki icazet alır.
Müderrisliği
Seyda Molla Yahya, belli bir müddet sonra Belli köyünden ayrılır ve kendi ailesinin ikamet ettiği Ferhand köyüne yerleşir. Ferhand köyü medresesinde babası Seyda Molla Haci’yle birlikte talebelere ders vermeye başlar. Babasının vefatından sonra da Ferhand'da Müderris olarak hizmetine devam eder. Kendisi bütün hayatını ders vermeye vakfetmiş ve ömrünün sonuna kadar ders vermeye devam etmiştir.
O dönemlerde Doğu ve Güneydoğu köylerinin ekseriyetinde ve hatta Şehir merkezlerinde dini ilimlerin okutulduğu medreseler bulunurdu. Cumhuriyetin ilanını müteakip Tevhidi Tedrisat kanunu ile Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkarılmasıyla özellikle bu bölgelerde medrese faaliyetlerine son verilecek derecede kısıtlamalar getirildi. Bırakın dini ilimlerin tümünü sadece Kuran-i Kerim’in okunmasının ve okutulmasının hatta bulundurulmasının bile riskli olduğu istibdat devrinde, ilim tahsili sevdalıları, hayatlarını tehlikeye atmak suretiyle komşu ülkelere geçerek tahsillerine devam etmenin azmi ve gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu yasak sonrasında, çoğu müderris üzerindeki şiddet ve baskıdan dolayı ders vermeyi bırakmak zorunda kalmışlardı. Bazı müderrisler talebeleri ile birlikte mağara ve sığınak gibi yerlerde ellerinden gelinceye kadar gizli olarak ders vermeyi sürdürmüşlerdir. Seyda Molla Yahya da gençliğinde başladığı ders verme işine baskılara aldırmaksızın ömrünün sonuna dek devam ettirenlerdendi. Seyda’nın tedris faaliyetini inkitaa uğratmadan devam ettirme azmi ve cesareti, bölge alimlerince takdire şayan görülmüştür. Seyda, ömrünün sonlarına doğru aşırı yaşlanma sebebiyle yaya olarak medreseye gelmekte zorlanınca dahi birileri sırlanmak suretiyle medreseye getirilir ve dersini vermesi sağlanırdı. Ömrünün son zamanlarında gözleri iyice görmediği için ibareleri talebelerine okutturmak suretiyle ders işlediği rivayet edilmektedir.
Ferhand köyü Silvan’a yaklaşık 15 km. mesafede dağlık bir köy olup; birkaç bağ bahçe ve ormanlığın dışında ekili bir arazisi mevcut değildir. Köylüler, geçimlerini günlük olarak Silvan’a merkep sırtında götürdükleri bir yük odunu satmakla sağlıyordu. Kazandıkları parayla da o gönün şartlarında zaruri ihtiyaçlar olan gaz, sabun tuz çay ve şeker gibi şeyleri ilçeden satın alıyorlardı. Bununla beraber Batman-Silvan arasındaki sulu arazi sahipleri ile yapılan anlaşma karşılığında tütün yetiştirip elde edilen gelirle kışlık zahirelerini temin ederlerdi. Ayrıca birkaç küçük ve büyük baş hayvan beslemek suretiyle de evin yağ ve peynir ihtiyacını giderirlerdi.
Ferhand Köyü, Seyda ile akrabalık bağı bulunan ve geniş bir halk kitlesine sahip olan Xiyan aşireti mensuplarının oturduğu bir köydür. Ferhand Köyünün maddi imkanları fazla müsait olmadığından gelen misafirler genellikle Molla Yahya'nın ailesi tarafından ağırlanırdı.
Kaynak:
Ahmed Mücteba Çetin, Şimdi; Hayatım, Hicretim, Dilara Basımevi, Isparta, 2020, Birinci Baskı
http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=8751&ctgr_id=165
https://www.biyografya.com/biyografi/14743