CEVŞEN NEDİR?
|
Büyük Cevşen’de yer alan bölümler nelerdir?
1. Hizbü’l-Envâri’l-Hakâikı’n-Nuriye: Bazı Kur’ân sûreleri ile başlıyor. Bunlar:
Yasin sûresi,
Fetih sûresi,
Rahman sûresi,
Haşir sûresinin son beş âyeti,
Mülk sûresi,
Nebe’ sûresi ve
Bakara sûresinin son iki âyeti olan Âmene’r-Resûlü.
Ardından Kur’ân sûreleri için bir duâ yer alıyor. Bu duâda, Kur’ân hakkı ve kendisine Kur’ân indirilen Peygamber Efendimizin (asm) hakkı için, Allah’ın kalplerimizi Kur’ân nuruyla nurlandırması, Kur’ân’ı her derdimize şifa kılması, Kur’ân’ı hayatımızda ve öldükten sonra bize dost kılması, dünyada bizi Kur’ân’a yakın, kabirde dost, kıyamette şefaatçi, sırat üzerinde yol gösterici nur, ateşe karşı perde ve örtü, cennette arkadaş ve bütün hayırlar ve salih ameller için delil ve rehber kılması isteniyor.
Ardından kendisine Kur’ân indirilen Peygamber Efendimiz’e (asm) ve onun (asm) şerefli âl ve ashabına salâtü selâm getiriliyor.
2. Cevşen: Cevşen duası Allah Teala Hazretlerinin Peygamber Efendimize (asm) Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği ve okumasını istediği bir duadır. Bu duada Allah’ın 1001 ismi zikredilmiştir. Bu duayı ilk okuyan ve bizim de okumamızı isteyen bizzat Peygamberimiz (asm)'dir.
Cevşen duasının kaynağnı ve Peygamber Efendimiz (asm)'e ait olduğunu Mecmaatu’l-Ahzab isimli eserin 1/231’de bulabilirsiniz.
Tarihte bildiğimiz pek çok büyük zat bu duayı ömürleri boyunca okumuş ve tavsiye etmişlerdir.
3. Evrad-ı Kudsiye: Bu dua ve evrad çok kudsi ve kerametli bir duadır. Bu duanın sahibi büyük mutasavvıf Hz. Şah-ı Nakşibendi'dir. Bu duanın bu asırda elimize ulaşmasına vesile olan Ahmed Gümüşhanevi ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir.
Evrad-ı Kudsiye, Şah-ı Nakşibend'in (r.a.) alem-i manada Peygamber Efendimiz (asm)'den aldığı bir derstir. Bediüzaman Hazretleri;
"Münafık düşmanlarımın maddi ve manevi zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar." (Emirdağ Lahikası, s. 129) demek suretiyle onların kudsiyetini güzel bir şekilde belirtir.
4. Delaili'n-Nur: Salavatların geçtiği bölümdür. Buradaki salavatlar tek şahsa ait olmayıp muhtelif zatlardan derlenmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bunları Ahmed Gümüşhanevi Hazretlerinin "Mecmuatul Ahzab" isimli üç ciltlik eserinden seçmiştir. İçinde Bediüzzaman Hazretlerine ait olan kısımlar da vardır.
Delâil-i Hayrât adıyla, büyük evliyâullah tarafından zenginleştirilerek tertip edilen ve okuna gelen çok kuvvetli bir salâvat-ı şerîfenin, Üstad Bedîüzzaman tarafından yeniden düzenlenmiş ve zenginleştirilmiş şeklidir. İçinde hemen her salâvattan sonra büyük dertlerimizin devası, Allah’tan yüksek dereceler ve makamlar istenir, dünyevî ve uhrevî cümle âfetlerden ve musibetlerden Allah’a sığınılır, bütün ihtiyaçlarımızın karşılanması, bütün günahlardan arınmamız ve bütün hayırlara ulaşmamız, duânın ilerleyen satırlarında istenir. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri bu büyük salâvat metninin adını Delâli’n-Nur koyarak, kendisine ve talebelerine hususî bir vird yapmıştır.
a. Sekine: Sekine tamamı Kur’an’da geçen Allah’ın güzel isimlerinden ve ayetlerden oluşmaktadır. Bilindiği gibi Hz. Ali (ra), Hz. Peygamberimiz (asm)'in ifadesiyle “ilim şehrinin kapısıdır”. Çocukluğundan beri Peygamberimiz (asm)'in özel terbiyesi ile yetişmiş müstesna bir kabiliyettir. Peygamberimiz (asm)'den Kur’an’ın bazı özel sırlarını ders almıştır. Bu sekine de Peygamberimiz (asm)'in Hz. Ali (ra)’ye özel ders verdiği ism-i a’zam manası taşıyan 6 esma ile her biri 19 harfli, 19 Kur’an ayetinin, 19’ar defa okunduğu bir metindir.
Sekine hakkında esas olan özetle şudur:
1) Tamamı Kur’an kaynaklıdır. Dolayısıyla vahy kaynaklı olduğunda zerrece şüphe yoktur.
2) Metnin tertibini ve okunuş şeklini de Peygamberimiz (asm)'in has talebesi ve velilerin şahı ünvanına sahip Hz. Ali (ra)’in ya bizzat Peygamberimiz (asm)'den ders aldığı veya kendisinin tertip ettiği mühim bir Kur’an’î virddir.
b. Münâcat-ı Veyse’l-Karânî: Veysel Karânî Hazretlerinin çok kuvvetli bir duâsıdır. Bu münâcat, Risâle-i Nur’un önemle işlediği “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” mesleğine uygun duâ cümlelerinden meydana geliyor. Üstad Bedîüzzaman daimî bir virt olarak kabul etmiş, kendisi daima okumuş ve talebelerine de tavsiye etmiştir.
c. Dua-i Tercüman-ı İsm-i Azam: Bu duânın aslı vahiyle Peygamber Efendimiz (asm)'e hediye edilmiştir. Allah’ın isimleri şefaatçi kılınarak cehennem azabından Allah’a sığınmamızı sağlayan bir duâdır. Bu duayı Üstad Bedîüzzaman Hazretleri sabah ve ikindi namazlarından sonra okunacak şekilde Namaz Tesbihatına almıştır.
d. Dua-i İsm-i Azam: Allah’ın isimlerinden bir demet olup, aslı vahiy ile Peygamber Efendimiz’e (asm) bildirilmiştir. Üstad Hazretleri bu duayı öğle, akşam ve yatsı namazlarının Namaz Tesbihatına dâhil etmiştir.
5. Münâcâtü’l-Kur’ân: Bu duâ Hazret-i Osman(ra)’ın her bir Kur’ân sûresinin çok önemli vurgularını bir duâ cümlesi haline getirerek tertip ettiği bir münâcattır. Hazret-i Ali (ra) tarafından rivayet edilmiştir.
6. Tahmîdiye: Sekîne’de geçen Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddûs isimleri esas alınarak, bu isimlerin duâ makamında bir tefekkür dersi mahiyetinde Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin tertip ettiği bir duâdır. Maddî ve manevî bütün hastalıklar esnasında Allah rızası için okunur. Çok kuvvetlidir.
7. Hulâsatu’l-Hulâsa: Bir tevhid dersi olan Âyetü’l-Kübra Risâlesi ile bir tefekkür münacatı olan Hizb-i Ekber-i Nûrî’nin özü olarak Otuz Üç Tevhid Kelimesinin bir özeti mahiyetinde bizzat Hazret-i Üstad tarafından tertip edilen bir tefekkür münâcatıdır.
a. Tazarru ve Niyaz -1
b. Tazarru ve Niyaz - 2
c. Tazarru ve Niyaz - 3.
Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com
ÜSTAD EMİRDAĞ LÂHİKASI’NDA BİR HASSASİYETİNİ ŞÖYLE İFADE EDİYOR:
"Aziz, sıddık kardeşlerim!"
“…Nazif büyük bir hayır yapmak için Nurcuların ehemmiyetli bir virdi olan Cevşen-ül Kebir’i makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, haşiyesindeki pek hârika ve müteşabih hadîslerden faziletine dair olan parçayı beraber teksir etmek için bana yazmıştı. Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gün Cevşen’i okuduğum halde o haşiyeyi üç-dört defadan ziyade okumadım.Onun için onun aynı münasib olmaz. Tâ muarız ve zındıklar itiraz parmaklarını uzatmasınlar. İnşâallah yakında o mübarek Cevşen-ül Kebir, Nurcuları şavkıyla tenvir edecek.”(1)
KİTABIN MUHTEVİYATI SAYFA SAYFA ŞÖYLE:
Cevşen-i Kebir’in ilk sayfası
Cevşen duasının son sayfasında Bediüzzaman’ın el yazılarıyla dua: “Yâ Allah! İsm-i A’zam hürmetine, bu nüshayı yazan ve okuyanları ashab-ı Cennetten eyle… Âmin…”
***
Cevşen’in büyük sevap ve faziletinin, Cevşen kitabı içinde yazılmaması lazım geldiğini, sebepleriyle beraber açıklayan Bediüzzaman Hazretlerinin üç sayfalık mektubunun ilk sayfası.
Cevşen’in büyük sevap ve faziletinin, Cevşen kitabı içinde yazılmaması lazım geldiğini, sebepleriyle beraber açıklayan Bediüzzaman Hazretlerinin mektubunun son sayfası. Hz. Üstad mektubun sonuna kendi el yazılarıyla ismini yazıyor.
***
Cevşen kitabının arka kapağından itibaren, tam beş sayfa Cevşen’in sevap ve faziletini anlatan "Mecmuâtü'l-Ahzab, Gümüşhânevî"den tercüme edilen ve yeni harflerle daktilo ile yazılan parçanın ilk sayfası. Hz. Üstad’ın "kitabın içine konulmasın" dediği kısım işte burası… Her nasılsa elimizdeki kitapçıkta bu parça hem yeni harflerle, hem de Osmanlıca olarak neşredilmiş.
***
Cevşen kitabının üst kapağından itibaren ilk altı sayfasında ismi bilinmeyen hattat ağabeyimiz tarafından Cevşen duasının fazileti Osmanlıca olarak yazılmış. 6. sayfanın sonuna Hz. Üstad el yazısıyla “Umuma Selam. El Bâki Hüvel Bâki Said Nursi” şeklinde imza koymuş.
Bu sayfada yine Hz. Üstad’ın kendi el yazılarıyla "Cevşen’in sevap ve faziletinin kitap içine konulmasının ihlâsı zedeleceği"ne dair izahları var.
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, 35. Mektup.
***
Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte “bir tür zırh, savaş elbisesi” anlamına gelmektedir. Terim olarak Şiî kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilip Cevşen-i Kebîr (el-Cevşenü’l-kebîr) ve Cevşen-i Sagīr (el-Cevşenü’s-sagīr) diye bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duanın ortak adıdır.
Cevşen-i Kebîr. Diğerine nisbetle çok daha meşhur olup “Cevşen” denilince genellikle bu dua akla gelir.
Mûsâ el-Kâzım – Ca‘fer es-Sâdık – Muhammed el-Bâkır – Zeynelâbidîn – Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilir. Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen Duʿâʾü’l-cevşen onun bu rivayeti olmalıdır (bk. DİA, VII, 3).
Anlatıldığına göre Asr-ı saâdet’te cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada Hz. Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrâil gelmiş ve,
“Ey Muhammed! Rabbin sana selâm ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.
Olayla ilgili Şiî kaynakları, Cebrâil’in Hz. Peygamber’e söz konusu duanın önemi ve faziletiyle ilgili geniş bilgi verdiğini de kaydeder. Buna göre Allah Cevşen-i Kebîr’i dünyayı yaratmadan 50.000 yıl önce arşın direkleri üzerine yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse dünyada her türlü belâdan, âfet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebîr ile Allah’a münâcâtta bulunan kimseye Bedir şehidleri derecesinde 900.000 şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez. Onu okuyan kimse dört semavî kitabı okumuş gibi olur; her harfi için kendisine cennette iki ev ile iki zevce verilir; ayrıca insandan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır; asla cehenneme girmez. Rivayete göre Cebrâil Hz. Peygamber’den duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takvâ sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir.
Cevşen-i Kebîr, her biri Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtiva eden 100 bölümden ibaret uzunca bir duadır.
Her bölüm besmele ile başlamakta ve sonunda,
“Sübhâneke yâ lâ ilâhe illâ ente el-gavse el-gavs salli alâ Muhammedin ve âlihî ve hallisnâ mine’n-nâr yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm yâ erhame’r-râhimîn”
(سبحانك يا لا إله إلا أنت الغوث الغوث صل على محمد وآله وخلصنا من النار يا ذا الجلال والإكرام يا أرحم الراحمين) ibaresi tekrarlanmaktadır.
Bu 100 bölümden yirmi beşinin başında “Allāhümme innî es’elüke bi-esmâik” (اللهم إني أسألك بأسمائك) ibaresi bulunmakta ve “yâ Allah, yâ rahman, yâ rahîm” şeklinde Allah’a ait isimleri ihtiva etmektedir. Bu ifade ile başlayan her bölüm arasında ise genellikle üç paragraf halinde “yâ hayre’l-gāfirîn” ibaresiyle başlayıp devam eden değişik münâcâtlar şeklinde dualar yer alır. Böylece duanın tamamı Allah’a ait 250 isim ile 750 sıfat ve münâcâtı kapsamış olur. Bütün bu münâcâtların ana gayesi, duanın muhtevasından ve her faslın sonunda tekrarlanan “el-gavse el-gavs hallisnâ mine’n-nâr” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, dünya âfetlerinden ve âhiret azabından kurtuluş niyaz etmektir.
Cevşen-i Kebîr özellikle Şiî dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmış ve Muhammed Bâkır el-Meclisî, Hâdî-i Sebzevârî, Muhammed Necef el-Kirmânî el-Meşhedî ve Habîbullah b. Ali Meded es-Sâvecî el-Kâşânî gibi müelliflerce şerhedilmiştir. Bunlardan Sebzevârî’nin Şerḥu’l-esmâʾ adıyla bilinen eseri defalarca basılmıştır. Cevşenin Şiî dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur. Dua bazı Şîa bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır. Türkiye’deki Ca‘ferî gruplarından Kerbelâ veya Meşhed’e gidebilenler böyle bir kefen alıp gelmekte ve bunun cenazelerine sarılmasını vasiyet etmektedirler. Cevşen-i Kebîr aynı gruplar tarafından Kadir gecesi ümidiyle kutlanan ve “ihya geceleri” adı verilen ramazanın 19, 21 ve 23. gecelerinde de kendi camilerinde topluca okunmaktadır.
Muhtevasının güzelliği, ifadelerinin akıcılığı ve okunduğunda elde edilebilecek dünyevî ve uhrevî iyi sonuçlara dair rivayetlerin çokluğu sebebiyle olacaktır ki Cevşen-i Kebîr Türkiye’deki bazı Sünnî müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır. Duayı Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, tarikata dair birçok evrâd ve ezkârı derlediği Mecmûʿatü’l-aḥzâb adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risâle-i Nûr cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ümit Şimşek tarafından Risâle-i Nûr Külliyatı’ndaki mânalar ve tarifler ışığında yapılan çeviride (Risâle-i Nur Işığında Cevşen Meâli, İstanbul 1992) Said Nursi’nin bizzat tercüme ettiği 57. fasıl örnek alınmıştır. Türkçe tercümelerde sadece duanın metni dikkate alınmış, kaynağına ve faziletlerine dair rivayetlere temas edilmemiştir.
Ayrıca Şiî kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı bölümler ile isim ve sıfatların sıralanışında takdim ve tehirler, bazı kelime ve harflerde değişiklikler, özellikle bölümlerin başlangıç ve bitimlerinde tekrarlanan cümlelerde eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır. Yine bu kitaplarda 100. bölümden sonra zikredilen ve “Allāhümme rabbenâ” diye başlayan kısım da rivayetin aslında mevcut değildir. Bu farklılıklar, Türkiye’de basılan kitapların duayı Şiî kaynaklarından değil, Mecmûʿatü’l-aḥzâb’da rivayetin aslına ve kaynağına işaret edilmeden nakledilen metinden almalarından kaynaklanmaktadır.
Cevşen-i Kebîr’in Süleymaniye Kütüphanesi’nde müstensihi ve istinsah tarihi bilinmeyen bir nüshası mevcuttur (el-Cevşenü’l-kebîr, Hacı Mahmud Efendi, nr. 1986/4, vr. 62a-77b).
Cevşen-i Kebîr, bir kısmı naslarda yer alan, mâna ve muhteva bakımından Allah’a nisbetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve cümlelerle münâcât ve niyazlardan ibaret bir metin olup bu tür metinlerle duada bulunmak, dinî hayat bakımından tavsiyeye şayan bir davranış olarak görülür. Ancak Cevşen-i Kebîr diye bilinen ve Mûsâ el-Kâzım’dan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygamber’e nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vak‘ayı anlatan, hâfızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zaptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür. Duanın Sünnî hadis mecmualarında yer almaması, aynı şekilde Şiî hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki kütüb-i erbaada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede bazı kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir. Said Nursi’nin, Cevşen-i Kebîr’in faziletleri ve Hz. Peygamber’e nisbeti konusunda şüpheye düşen bir kişiye vermiş olduğu cevap da genelde duanın muhtevasının güzelliğiyle ilgili olup metnin kaynağı ve Hz. Peygamber’e nisbeti hakkında yeterli bilgi ihtiva etmemektedir (bk. Emirdağ Lâhikası, s. 159-160).
Cevşen-i Kebîr’in faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, Allah’ın insana verdiği imkân ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve âhiretin bütün kötülüklerinden korunup mutluluğa erişmesi İslâmiyet açısından, hatta bütün semavî dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kutsî duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki Cebrâil bu konuda Hz. Peygamber’i uyarmış olsun. Kaldı ki bu dua herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre gizli tutulması da fiilen imkânsızdır.
Cevşen-i Sagīr. Her biri “Allāhümme kem min” (اللهم كم من) ibaresiyle başlayan, “ve’c‘alnî li-en‘umike mine’ş-şâkirîn ve li-âlâike mine’z-zâkirîn” (واجعلني لأنعمك من الشاكرين ولآلائك من الذاكرين) şeklinde biten, on dokuz bölümden ibaret bir duadır. Bölümler de sayıları on ile yirmi beş arasında değişen beyitlerden oluşmaktadır. Duanın bütününe hâkim olan ana tema özetle şudur: Nice insanlar zorluk, sıkıntı, vatan hasreti, fakirlik, acz, açlık, hastalık, hapis, sürgün, düşman korkusu, ölüm endişesi vb. tehlikeler içinde iken beni bu tür şeylerden koruyan Allah’a hamdolsun! O’ndan doğruluğu, müslüman olarak ölmeyi, dünya ve âhiret saadetine erişmeyi niyaz ederim!
Bu duayı İbn Tâvûs (ö. 664/1266) Mühecü’d-daʿavât adlı eserinde “Cevşen” adıyla bilinen dua başlığı altında vermiş, fakat eserin kenarında bunu Cevşen-i Kebîr’e nisbetle Cevşen-i Sagīr diye nitelendirmiştir. Hz. Peygamber’e isnat edilen rivayette cevşen duası zırhla bağlantılı gösterilmekle birlikte küçük veya büyük diye vasıflandırılmamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki “kebîr” ve “sagīr” ayırımı İbn Tâvûs’la başlamıştır.
Cevşen-i Sagīr’in de Süleymaniye Kütüphanesi’nde yazma bir nüshası mevcuttur (el-Cevşenü’ṣ-ṣaġīr, Hacı Mahmud Efendi, nr. 1986/5, vr. 77b-83a). Duanın gerek isnadı gerekse faziletlerine dair rivayetler Cevşen-i Kebîr ile aynıdır.
kaynak::islamansiklopedisi.com
***
Cevşen-ül Kebir; Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi Vesellem)’e Cebrail Aleyhisselâmın vahiyle getirdiği “Zırhı çıkar bunu oku” dediği gayet yüksek yüksek ve çok kıymettar bir münacat-ı Peygamberidir ki Zeynel Abidin radıyallâhü anh’dan, tevatürle rivayet edilmiştir.
Cevşenü’l-Kebîr Hakkında Bilgi
“Cevşen Duası” yaklaşık 30 sahifelik, Allah’ın isimleri esmaül hüsna ve faziletli dualardan oluşan bir zikirdir. Cevşen, rivayete göre Uhud Savaşında, Hz. Peygamber (a.s.m.) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, ellerini açarak Allah’a dua etti. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) gelerek “Ya Resulullah, Rabbin sana selâm ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana, hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” dedi.
Cevşen Duası; Musa el-Kazım, Cafer es-Sadık, Muhammed el-Bakır, Zeynelâbidin, Hz. Hüseyin (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) yoluyla Hz. Peygambere (a.s.m.) isnad edilir. Şiî kaynaklarında, onun faziletine ve faydalarına dair pek çok şey anlatılır. Cevşenü’l-Kebîr, özellikle Şiî dünyasında oldukça rağbet gördü.
Bunda Ehl-i Beyt yoluyla rivayet edilmesinin yanı sıra, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi oldu. Ehl-i Sünnet Müslümanları arasında Cevşenü’l-Kebîr’i (Büyük Cevşen) ilk defa Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, tarikatının vird kitabı olan Mecmuatu’l-Ahzab adlı eserinde nakletti.
Türkiye’de Cevşen Duasının yaygın olarak tanınması ise Üstad Bediüzzaman ile başlamıştır. Üstad kendi tabiriyle İmam-ı Rabbanî (r.a.) ve Zeynelâbidin’den (r.a.) bu duanın dersini aldığını ve Cevşenü’l-Kebîrin, Kur’ân’ın hakikî ve tam bir çeşit münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit özet mahiyetinde olduğunu söylemiştir.
Ayrıca Üstad Bediüzzaman, Kur’ân-ı Kerimden süzülen ve Resûl-i Ekreme (a.s.m.) vahiyle gelen bu duanın, eşsiz olduğunu ve târifine erişilemeyeceğini de söyler. Üçüncü Şua olarak adlandırdığı Münâcât Risalesine “Cevşenü’l-Kebîr’den aldığım bir derstir” der. Ve bu eserde, bu duanın eşsiz ve Allah’ın (c.c) târif ve vasıflarının tavsifinde erişilmez olduğunu ifade eder.
Aynı zamanda Risale-i Nur’un da hem Kur’ân’dan, hem de bir yönle Cevşenü’l-Kebîr’den feyiz alarak ortaya çıktığını belirtir.