Duyurular

Efendimiz'in Yüzüğü Ve Mührü 

Efendimiz'in Yüzüğü Ve Mührü 

Dr. Abdülkadir Paksoy

(Harran Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi)

Bu makalede Peygamber Efendimizin yüzüğü ve yüzüğündeki mührü incelenmektedir. Altın, gümüş, akîk yüzük konusundaki rivayetlerin tahlili yapılmaktadır.


Asr-ı Saadette Hicaz bölgesinde yüzük kullanılmaktaydı, ancak yüzüğün kaşına mühür nakşedilmesi yaygın değildi. Hicri yedinci senede Peygamber Efendimizin (s.a.s) gümüş bir yüzük yaptırması ve kaşına mühür nakşettirmesiyle yaygınlık kazanmıştır. Peygamber Efendimiz bu yüzüğü hem takmış hem de yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Daha sonra halifeler tarafından sürdürülen bu gelenek, zamanla çeşitli görevlerde bulunan idarecilere de şamil olmuştur.

 

Hadislerde yüzük, “hâtem” [خاتم] kavramıyla ifade edilmektedir. Aslında hâtem’in sözlük anlamı, mühür, damga, mühürlenen, son verilen… demektir. Bu kavrama yüzük anlamının yüklenmesi ise idarecilerin evrakları mühürlemek üzere kullandıkları yüzüğün kaşındaki mühre nispetledir. Zamanla mühürlü ya da mühürsüz bütün yüzüklere “hâtem” denilmiş; hatta Arapçada yüzüğün asıl karşılığı olan حلقة “halka/halaka” veya فتخة “fetha/fetaha” nın yerini almıştır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, II, 10; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, III, 40; XII, 164.)


Bundan başka Peygamber Efendimizin sırtındaki mühre de “hâtem” denilmektedir. Peygamberlerin sonuncusu anlamındaki “hâtemu’l-enbiya” ve “hâtemu’n-nebiyyîn” ifadeleri de Onun vasıflarındandır.

 
Şu halde hâtem tabiri, Peygamber Efendimizle alakalı birçok hususu ihtiva eden müşterek bir lafızdır. Nitekim kaynaklarda ve hadislerde “Peygamber(lik) mührü” anlamındaki “hâtemu’n-nebî, hâtemu Rasûlillah, hâtemu’n-nübüvve…” gibi terkiplerle Onun yüzüğü, yüzüğündeki mühür veya sırtındaki peygamberlik mührü ifade edilmektedir. Ancak bunlardan hangisinin kastedildiğini tespit için hadisteki diğer bilgi ve karinelere de bakılmalıdır.



Peygamber Efendimizin Yüzüğü

 

Mekke döneminde Peygamber Efendimizin (s.a.s) yüzük kullandığına dair herhangi bir kayda rastlamadık. Medine döneminde ise ilk önce altın bir yüzük taktığı, bir müddet sonra onu çıkarıp gümüş yüzük yaptırdığı, bu arada altın yüzüğü ashabın erkeklerine yasakladığı nakledilmektedir.

 

Buharî ve Müslim’in Abdullah b. Ömer’den rivayet ettikleri bir hadis şöyledir: 

“Resulüllah (s.a.s) altın bir yüzük taktı ve yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdi. Ashabdan da altın yüzük takanlar vardı. Derken Resulüllah (s.a.s) minbere çıktı, elindeki yüzüğü çıkardı ve şöyle buyurdu: “Vallahi bundan böyle ebediyen altın yüzük takmayacağım.” Ashabdan altın yüzük takanlar derhal yüzüklerini çıkardılar. Bundan sonra Resulüllah (s.a.s) gümüşten bir yüzük yaptırdı.” (Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51)
 

Efendimizin (s.a.s) kısa bir süre taktığı bu altın yüzük, Hz. Âişe’nin (r.anha) bildirdiği aşağıdaki rivayetten anlaşılacağı üzere Habeş hükümdarı Necaşî’nin gönderdiği bir hediyedir:

 

“Habeş hükümdarı Necâşî’nin Resulüllah’a (s.a.s) gönderdiği hediyeler gelmişti. Bu hediyeler arasında Habeşî kaşlı altın bir yüzük de vardı. Resulüllah (s.a.s) o yüzüğe pek iltifat etmeden bir çubukla ya da parmağının ucuyla aldı. Daha sonra kızı Zeyneb’in kızı Ümâme’yi çağırdı ve yüzüğü ona vererek ‘Yavrucuğum, bununla ziynetlen (süslen)’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Hâtem 8)

 

Bu hâdise, 628 yılında Hayber Fethinin ardından vuku bulmuştu. Nitekim Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığındaki Habeş Muhacirleri kafilesi, beraberlerinde Necaşî’nin gönderdiği Habeşli heyet ve hediyelerle birlikte Rasulullah’ın huzuruna gelmişlerdi. Resulüllah (s.a.s) hediyeleri kabul etmiş ve gönderen hükümdara değer verdiğini izhar etmek üzere altın yüzüğü parmağına takmıştı. Abdullah b. Ömer bir süre, Enes b. Mâlik ise sadece o gün Peygamberimizin parmağında altın yüzük gördüklerini naklederler. Akabinde yüzüğü çıkarıp ashabına bu tür ziynetlerin erkekler için meşru olmadığını bildirdiğini kaydederler. Peygamberimiz (s.a.s), aynı sene içinde gümüş bir yüzük sipariş vererek kaşına mühür nakşettirir. Enes b. Mâlik (r.a.) bu hususu şöyle anlatır: 


“Resulüllah (s.a.s) Roma ve Acem diyarına mektup yazmak istediğinde kendisine, ‘Eğer mektubunuz mühürsüz olursa onlar bunu asla kabul etmezler.’ denildi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.s) gümüşten bir yüzük yaptırdı. Yüzüğün kaşında محمد رسول الله [Muhammed Allah’ın Rasûlüdür] ibaresi nakşedilmişti. Parmağındaki gümüş yüzüğün ışıltısı hâlâ gözümün önündedir.” (Buharî, Libâs 52; Müslim, Libâs 56)



Yüzükteki Mühür


Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle demiştir: Resulüllah’ın yüzüğünün kaşındaki yazı üç satır şeklinde nakşedilmişti. “Muhammed” bir satırda, “Rasûl” bir başka satırda, “Allah” lafzı ise diğer bir satırda yazılıydı. (Buharî, Libâs 55)


Aynı rivayet, Abdullah b. Ömer ve diğer sahabîler tarafından da nakledilmektedir. Üç satırdan ibaret bu istif yazının alttan yukarıya doğru okunuşu محمد رسول الله [Muhammed Resulüllah]’dır.
Merhum Muhammed Hamîdullah, Medineli bir sanatkâra yaptırılan bu yüzüğün gümüşten mâmul, iri ve kalın bir yüzük olduğunu, mührün çapının iki cm.yi bulduğunu, Resulüllah ve ilk halifeler tarafından devlet mührü olarak kullanıldığını kaydeder. (M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1026)


Bütün bu bilgilere dayanarak Peygamberimizin yüzüğünü ve mührünü temsili bir resmini yazının başında görebilirsiniz. 
Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer, bu mührün Peygamberimiz’e has olduğunu şöyle nakletmişlerdir: Resulüllah (s.a.s) gümüşten yüzük yaptırdı. Kaşına “Muhammed Resulüllah” yazısını nakşettirdi ve buyurdu ki: “Hiçbir kimse yüzüğüne aynısını nakşettirmesin. (Buharî, Libâs 54; Müslim, Libâs 54)


Yine Enes b. Malik demiştir ki: “Resulüllah (s.a.s) helâya gireceğinde yüzüğünü çıkarırdı.” (Tirmizî, Libâs 18; Ebû Dâvûd, Tahâre 10)


Ebû Râfi‘ Resulüllah’ın abdest alırken –suyun alta nüfuz etmesi için– yüzüğünü hareket ettirdiğini nakleder. (İbn Mâce, Tahâre 54). Aynı şekilde Hz. Ali ve Abdullah b. Ömer başta olmak üzere sahabe ve tabiînden birçok şahsın abdest alırlarken yüzüklerini hareket ettirdikleri kaydedilir. (Buharî, Vudû 29; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 44 vd.)



Peygamberimiz (s.a.s) Yüzüğü Hangi Parmağa Takardı?


Enes b. Mâlik (r.a.) ve İbn Ömer (r.a.), Peygamber Efendimizin yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktığını naklederler. Ayrıca kimi zaman yüzüğün kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdiğini kaydederler. (Müslim, Libâs 54-65; Ebû Dâvûd, Hâtem 5)
Bir defasında Enes b. Mâlik’e (r.a), Resulüllah’ın yüzük takınıp takınmadığını sorduklarında şöyle demiştir: “Evet takınırdı. Hatta bir gece Resulüllah (s.a.s) yatsı namazını gece yarısı oluncaya kadar tehir etmişti. Sonra mescide çıkmış ve şöyle buyurmuştu: “Halk namazı kılmış ve uyumuştur. Siz ise namaz için beklediğiniz müddetçe namaz kılıyor (gibi ecirde) sayılırsınız.” Enes b. Mâlik “Sanki ben şu an Resulüllah’ın yüzüğünün parıltısını hâlâ görüyor gibiyim” dedi ve sol elini kaldırıp serçe parmağını göstermek suretiyle yüzüğün yerine işarette bulundu. (Buharî, Libâs 48)


Resulüllah Efendimiz, bazen yüzüğü sağ elinin serçe parmağına da takmıştır. (Tirmizî, Libâs 16; Ebû Dâvûd, Hâtem 5) 


Ancak ekseriyet itibariyle sol eline taktığı mervîdir. Dört halifenin de sol elin serçe parmağına taktıkları nakledilir. Ayrıca Hz. Hasan, Hz. Hüseyin gibi torunlarının da Resulüllah’a ittibaen yüzüklerini sol ellerine taktıkları kaydedilir. (Tirmizî, Libâs 16; İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 196)


Hz. Ali (r.a.) ise orta ve işaret parmağını göstererek şöyle demiştir: “Resulüllah (s.a.s) şu iki parmağa yüzük takmamı nehyetti.” (Müslim, Libâs 64)


Bütün bu rivayetlere göre orta ve işaret parmağına yüzük takmak tasvip edilmezken serçe parmak veya yüzük parmağına uygun görülmektedir.

 

Peygamberimizin Yüzüğünün İlk Halifelere İntikali


Resulüllah (s.a.s) vefat edince parmağındaki mühürlü yüzük çıkarıldı. Hz. Ebû Bekr (r.a.) halife sıfatıyla devlet başkanlığına getirilince yüzüğü teslim aldı. Resulüllah’ın yaptığı gibi yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktı ve yazışmalarda devlet mührü olarak kullandı. Aynı şekilde Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. (M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 371) 
Fakat Hz. Osman’ın hilafetinin altıncı senesinde (h.30/m.650) yüzük kayboldu. Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik bu hâdiseyi şöyle haber vermektedirler: 


Resulüllah’ın yüzüğü vefatına kadar elinde (parmağında) idi. Sonra Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. Bir defasında Hz. Osman Erîs kuyusunun başına oturmuştu. Yüzüğü mahallinden çıkarmış, elinde çeviriyordu. Derken yüzük kuyuya düştü. Hz. Osman’ın nezaretinde üç gün boyunca kuyunun suyunu çekerek boşaltmamıza rağmen onu bulamadık. (Buharî, Libâs 55) 
Erîs kuyusu, Mescid-i Nebevi ile Kubâ Mescidi arasındaki hurmalıklarda yer almaktadır. Resulüllah’ın hâtemi düştükten sonra “Bi’ru Hâtem” namıyla şöhret bulan kuyu, halen Medine’deki ziyaretgâhlardan birisidir.
Arama çalışmaları sonuç vermeyince Hz. Osman başka bir yüzük yaptırmıştır. (Ebû Dâvûd, Hâtem 1)


Bu arada Peygamber Efendimizin yüzüğünün/mührünün zayi olmasıyla alakalı yanlış bir kanaatin tashih edilmesinde yarar var: Hz. Osman’ın yüzüğü kuyuya düşürüp kaybetmesiyle birlikte hilafetinde ciddi sıkıntılar yaşadığı, şehit edilmesine kadar fitnelere maruz kaldığı… şeklinde itham edenler olmuştur. Ne var ki bütün fitneleri yüzüğün zayi edilmesine bağlamak İslâm inanç ve akidesine katiyen uygun değildir. Hem Hz. Osman yüzüğü bilerek ve isteyerek kuyuya düşürmüş değildir. Üstelik kuyudan çıkartılması için çok çaba harcadığı malumdur. Böyle bir takdir sebebiyle Hz. Osman’ı itham etmek doğru değildir.


Buraya kadar tahlil etmeye çalıştığımız yüzük mühre ait hususiyetleri, günümüze intikal eden orijinal vesikalarla da özleştirmek mümkündür. Nitekim Resulüllah’ın orijinal mektuplarından dördü Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi’nde mevcuttur. Deri üzerine mürekkeple yazılmış bu mektuplar Peygamber(lik) mührüyle mühürlenmiştir. M. Hamîdullah, birçok eserinde bu mektuplar hakkında geniş bilgi vermiştir. (Bkz. M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, s. 100; İslam Peygamberi, I, 43) Ayrıca Hilmi Aydın’ın hazırladığı “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” (İstanbul, 2004) adlı eserde bu mektupların metinleri ve üzerindeki mühürler renkli fotoğraflarla sunulmuştur.



Altın ve Gümüş Yüzüğün Hükmü 


Peygamber Efendimiz (s.a.s), Necaşî’nin göndermiş olduğu hediyeleri kabul ettiğini izhar etmek üzere Habeşî kaşlı altın yüzüğü sadece bir defa –o güne mahsus– takmıştır. Ardından yüzüğü çıkarmış ve ashabına hitaben bu tür altın ziynetlerin erkekler için meşrû olmadığını bildirmiştir. Altın yüzüğü kız torununa hediye etmek suretiyle kadınlar için meşrû olduğunu göstermiştir.

 

Akabinde gümüşten bir yüzük yaptırmış ve kaşına “Muhammed Resulüllah” mührünü nakşettirmiştir.

Peygamber Efendimizin bu uygulamasını örnek alan ashab-ı kirâm, altın yüzük takmaktan vazgeçmişler ya da yüzüklerini gümüşe tebdil etmişlerdir. Enes b. Malik ve Abdullah b. Ömer bu hususu şöyle anlatırlar:
“Resulüllah (s.a.s) altın yüzük takmıştı. Yüzüğünü hemen çıkardı ve “Artık ebediyen bu yüzüğü takmayacağım” buyurdu. Bunun üzerine ashab da altın yüzüklerini çıkardılar.” (Buharî, Libâs 45, 53; Müslim, Libâs 51)


Resulüllah’ın altın yüzüğü erkekler için meşrû görmediğine dair Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, İmrân b. Husayn, Ebû Hureyre, İbn Abbâs, Berâ b. Âzib ve daha birçok sahabeden gelen tevatür hükmünde rivayetler vardır. Bu rivayetlerde; Resulüllah’ın altın yüzüğü yasakladığına dair söz ve uygulamaların yanı sıra sahabe uygulamaları da yer almaktadır. (Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51; Tirmizî, Libâs 13; Ebû Dâvûd, Hâtem 3; Nesaî, Libâs 76-7. İbn Ebî Şeybe, Musannef, V, 193)



Akik Yüzük

 


Resulüllah’ın (s.a.s) akik yüzük taktığına dair mevsûk bir rivayet yoktur. Akik yüzüğü tavsiye etmesi konusundaki rivayetler ise sıhhat ve sübût yönünden tenkit edilmiştir. Hadis münekkitleri, akik, zümrüt, yâkut, zebercet gibi değerli taşları ihtiva eden yüzükler hakkında Peygamberimizden sahîh rivayet gelmediğini belirtmişlerdir. (Bkz. İbn Hibbân, Kitâbu'l-Mecrûhîn, Haleb 1396, III, 138; İbn Adiy, el-Kâmil, Beyrut 1988, VII, 146; Ukaylî, ed-Du‘afâ, Beyrut, ts., IV, 449; İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-mütenâhiye, Beyrut 1403, II, 693; Kitâbu’l-Mevzûât, Beyrut 1983, III, 56-59; Zehebî, Mîzân, I, 530; IV, 448)


Akik yüzük kullanmak caizdir, sünnet değildir. Bu konudaki şu rivayet ise تختموا بالعقيق “Akik yüzük takının.” malüldür. (Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XI, 251; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, II, 57; Ukaylî, Du‘afâ, IV, 448.)


Bu rivayet, isnâd yönünden za‘fiyeti bir tarafa, metin yönünden hatalı nakledilmiştir. Zira تَخَتّمُوا [tehattemû =yüzük takının] ibaresinin aslında تخَيّمُوا [tehayyemû = çadır kurup ikamet edin] şeklinde olduğu, ancak ravinin ي harfini hataen ت olarak nakletmesi sebebiyle yukarıdaki ibareyle nakledildiği kaydedilmektedir. Hadisteki bu tür harf veya kelime hatalarına tashîf denilmektedir. Yukarıdaki rivayetin metin yönünden doğrusu تخَيّمُوا بالعقيق “Akîk vâdisinde çadır kurun/ikamet edin.” olmalıdır. Nitekim Ebû Ahmed el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn adlı eserinde bu hususu beyan eder. Ali el-Kârî, Münâvî ve Aclûnî gibi hadis münekkitleri de bu görüşe destek verirler. (Bkz. el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn, Kahire 1982, I, 360; Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfû‘a, Beyrut 1985, s. 94; el-Münâvî, Feyzu'l-kadîr şerhu Câmi´i’s-sağîr, III, 236; el-Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, I, 356) 


Akikle ilgili bu rivayet hatasının tashîh edilmesi gerekmektedir. Zira Resulüllah’ın hadislerinde zikredilen akîk, yüzük taşı değil, bilakis Medine’deki Akîk vâdisidir. Yukarıdaki rivayetin bazı kayıtlarında şöyle bir ziyade vardır: .فإنه واد مبارك “...çünkü o mübârek bir vâdidir.” Ne var ki تخَيّمُوا ibaresi hatalı nakledildiği için, tabiatıyla hadisin devamında yer alan ifadeler de akik yüzükle irtibatlı zannedilmekte ve şu şekilde hatalı yorumlanmaktadır: Akik yüzük mübarektir; bereket kaynağıdır; fakirliği giderir; sıkıntıyı, tasa ve kederi bertaraf eder... Hatta yüzükteki akik taşının parmağa temas etmesi hakkında da birçok hikmetler zikredilmektedir ki, bunların güvenilir bir dayanağı yoktur.


Oysa Resulüllah (sallallhu aleyhi ve sellem)’in tavsiye buyurduğu akik, Medine’nin kuzeybatı-güneybatı istikametindeki meşhur vâdinin adıdır. Bu vâdinin isim benzerliği dışında akik taşıyla herhangi bir ilgisi yoktur. Orada ne akik taşı ne de değerli bir taş vardır. Akik taşı daha ziyade Yemen taraflarında bulunmaktadır.


Rivayetlerde ifade edildiği üzere; Resulüllah (s.a.s) Medine’ye girip çıkarken yol üstündeki Akîk vâdisinde konaklamış, serin havasından ve suyundan istifade etmiş ve ashabına da tavsiye buyurmuştur. İbn Sa‘d, Resulüllah’ın (s.a.s) Akîk vâdisinde konakladığını ve Rûme denilen kuyudan su içtiğini kaydeder. (Tabakât, I, 504) 


Özellikle sıcakların arttığı dönemlerde Medine için ayrı önem taşıyan Akîk vadisi, serin havası ve suyuyla bir sayfiye yeridir. Kimi sahabîlerin orada yazlıklarının olduğu, hatta orada vefat ettikleri kaydedilmektedir. (Hâkim, Müstedrek, III, 496, 566, 580)
Bundan başka Zülhuleyfe mevkii, Medine havalisi için mîkat (ihrama girme) yeridir. Akîk vâdisi de Zülhuleyfe’ye kadar uzanmaktadır. Bu mevkide ihramlı olarak konaklayan Resulüllah (s.a.s) Akîk’in mübarek bir vâdi olduğunu beyân buyurmuştur. (Buharî, Hac 16) 


Dolayısıyla hadislerde mübarek olduğu ifade edilen akik, yüzük taşı değil, mezkûr vâdidir.

 

Sonuç


Peygamber Efendimiz (s.a.s) Mekke döneminde yüzük kullanmamıştır. Medine’ye hicretten 6 sene sonra Necaşî’nin hediye olarak gönderdiği Habeşî kaşlı altın yüzüğü, gönderen şahsa değer verdiğini izhar etmek üzere sadece o gün parmağına takmıştır. Sonrasında kız torunu Ümâme’ye hediye etmiştir. Bir süre sonra gümüş bir yüzük yaptırmış ve kaşına “Muhammed Resulüllah” mührünü nakşettirmiştir. Bu arada altın ziynetlerin erkekler için meşrû olmadığını bildirmiştir. Ashabdan altın yüzük takmakta olanlar ise yüzüklerini çıkarmışlar yahut gümüş ile tebdil etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz gümüş yüzüğünü genellikle sol elinin serçe parmağına takmış ve yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Vefatından sonra ilk halifelere intikal eden bu yüzük Hz. Osman’ın hilafetinin altıncı senesinde Medine’deki Erîs kuyusuna düşmüştür. Bütün çabalara rağmen bulunamamıştır. Hz. Osman da başka bir yüzük-mühür yaptırmıştır. İlerleyen yıllarda vali gibi üst düzey idarecilerin yanı sıra alt kademede görev yapan kimseler de kendilerine mahsus mühürlü yüzük yaptırmak suretiyle bu uygulamayı sürdürmüşlerdir.

Peygember efendimizin İslama davet için gönderdiği Topkapı Sarayında saklanan mektubunda  mühür görülmektedir.

 

Peygamber Efendimizin yazdırdığı İslama davet mektuplarına bastığı mührün kopyası. Bu mühür Hz. Ebubekir. Hz. Ömer ven sonra Hz Osman'a intikal etmiş ancak Enis kuyusunda kaybolbuş aramalara rağmen bulunamamıştır.

Eris yada Hatem Kuyusu:

Hz. Osman'ın yüzüğü kaybettiği kuyudur 

 

 

 

 

 

MÜHR-İ SAÂDET

Bağdat'ta ele geçirilen mühür daha sonra İstanbul'a Topkapı Sayında sergilenenmektedir.Akiketen yapılan bu mühür kaybolan yüzük şeklindeki mühürle  aynı değildir

 

 

Kaynak:

https://www.pau.edu.tr/zyilmaz/tr/sayfa/efendimizin-yuzugu-ve-muhru

 

 

Eris kuyusu nerededir? Eris kuyusunun önemi nedir?  

Erîs adlı bir yahudiye ait bahçede bulunduğu için bu adla anılan kuyu Kubâ Mescidi'nin batı tarafında, Medine’ye 3 km. uzaklıktadır. Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kubâ Mescidi’ne gittiği zaman Erîs Kuyusu’ndan su içer, abdest alır ve ayaklarını sarkıtarak dinlenirdi. Burada bulunduğu bir gün kendisini ziyarete gelen Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ı -radıyallâhu anhumâ- cennetle müjdelemiştir. Hz. Osman -radıyallâhu anh-, üzerinde "Muhammed Resûlullah” yazısı bulunan ve Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den beri hilâfet mührü olarak kullanılagelip Hz. Ebû Bekir ve Ömer'den sonra kendisine intikal eden gümüş yüzüğü 30 (m. 650) yılında buraya düşürmüştür. Kuyunun bütün suyunun boşaltılmasına ve üç gün aranmasına rağmen mühür bulunamamıştır. Bu olay dolayısıyla meşhur olan kuyuya "Bi'rü'l-hâtem" adı da verilir.

XX. yüzyılın başında üzerinde bir yapı bulunan kuyunun Kubâ Mescidi tarafında bir namazgâhı bulunuyor ve mihrabında, "Rûz ü şeb kılsa aceb midir ziyâret ins ü cân / Bi'r-i hatm-i hâtem-i Peygamberândır bu mekân" beyti yazılıydı. OsmanlIlar zamanında kuyunun üzerine yaptırılan kubbe daha sonraki devirlerde yıkılıp ortadan kalktığı gibi, 1970'li yıllarda kuyunun suyu da tamamen çekilmişti. Genişletilerek yeniden inşa edilen Kubâ Mescidi’nin batı duvarına tahminen 25-30 m. mesafede bulunan Bi’rierîs buradan geçen yolun altında kalmıştır.

Kaynak: Diyanet İşleri Kutsal Topraklar Rehberi

Bu sayfa 23510 kişi tarafından okunmuştur
<