Duyurular

KUTSAL EMANETLER

KUTSAL EMANETLER

Kutsal Emanetler Nelerdir? Nerede Sergileniyor?

Emanat-i Mübareke olarak da adlandırılan Kutsal Emanetler genel olarak İslam dini ve tarihi açısından büyük önem taşıyan, Hz. Muhammed’e ve diğer din büyüklerine ait bazı mübarek şahsi eşya ve hatıralara verilen genel bir isimdir.

 

Kutsal Emanetler Nelerdir?

Kutsal emanetler şunladır;

  • Hırka-i Şerif (Hırka-i Saadet): Hz. Muhammed’in hırkası
  • Sakal-ı Şerif (Lıhye-i Saadet): Hz. Muhammed’in sakalı
  • Dendan-ı Saadet: Hz. Muhammed’in Uhud’da kırılan dişi
  • Sancak-ı Şerif (Liva-i Saadet): Hz. Muhammed’in sancağı
  • Mühr-i Saadet: Hz. Muhammed’in mührü
  • Name-i Saadet: Hz. Muhammed’in mektubu
  • Süyuf-u Mübareke: Hz. Muhammed’in kılıcı.
  • Kadem-i Şerif: Hz. Muhammed’in ayak izi
  • Keman-ı Peygamberi: Hz. Muhammed’in yayı
  • Naleyn-i Saadet: Hz. Muhammed’in sandaleti
  • Kadeh-i Şerif: Hz. Muhammed’in tası
  • Gubar-ı Şerif: Hz. Muhammed’in kabir toprağı
  • Kâbe anahtarı ve kesesi
  • Hacerül Esved çerçevesi
  • Mîzab-ı Zer (Altınoluk)
  • Kâbe’nin eski kapısı
  • Gasl-i Nebevî suyu şişesi
  • Hz. İbrahim’in tenceresi
  • Hz. Yusuf’un sarığı
  • Hz. Davud’un kılıcı
  • Hz. Yahya’nın kol Kemiği
  • Hz. Musa’nın asası
  • Hz. Fatıma’nın hırkası, seccadesi, sandığı

Emevîler Muaviye b. Ebu Süfyan’dan itibaren kılıç yoluyla ele geçirdikleri iktidarlarını güçlendirip meşrulaştırmak için Hz. Peygamber’in minberi, hırkası ve sancağı gibi bazı mukaddes eşyaları hilafet sembolü olarak kullandılar. 1258’de Hülâgu’nun Bağdat’ı işgaline kadar Abbasî halifelerinin yanında kalan kutsal emanetler daha sonra Memlüklere geçti.

Hırka-i Şerif (Hırka-i Saadet): Hz. Muhammed’in hırkası: Yeni saraylar yapılıp, Padişahlar buralara taşınınca, Topkapı'da kalan Hırka her Ramazan ayının on beşinci günleri önceden olduğu gibi büyük bir merasimle ziyaret olunurdu. Bunun için bir kaç gün önceden padişahın da bizzat hizmet ettiği bir hazırlık yapılırdı. Kur'an kıraati eşliğinde padişah tarafından açılan Hırka-i Saâdet'e başta Şeyhü'lİslâm ve sadrazam olmak üzere, diğer davetliler protokol sıralarına göre teker teker gelip yüz sürerlerdi. Ziyâretten sonra, yüz sürülen kısmı Silahtar Ağa altın tas içinde getirilen su ile yıkar öd ve amber sürerek kuruturdu. Padişah tarafından yenilenen bohçasına konur ve zikredilen çekmeceye yerleştirilirdi. Bu merâsim büyük bir vecd ve huşu içinde yapılırdı. Allah Rasûlü'nün bohçası dışından bile olsa hırkasına yüz sürmek herkese büyük bir ruhânî haz verirdi.


Hz. Peygamber'in mübarek dişleri (Dendan-ı Saâdet): Uhud Savaşında kırılan dişlerinin bir parçasıdır. Silindir şeklinde ufak bir mahfaza içerisindedir. Mahfaza da 11x7x7 cm. ebadında altın çerçeveli, üzeri zümrüt, yakut ve zeberced kaplı altın bir kutu içerisine yerleştirilmiştir.

Sancak-ı Şerif (Livâ-i Saâdet): Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Ukab adı verilen siyaha meyyal yünlü kumaştan sancağı. Osmanlılar zamanında seferlere götürüldüğü için zamanla yıpranmıştır. Sağlam kalan kısımları yeni hazırlanan 0,38x1,13 m. ebadında yeşil ipekli kumaştan sancağa eklenmiş, çürüyen kısımlar ise yeşil bir torbaya konularak korumaya alınmıştır.

Sakal-ı Şerifler (Lihye-i Saâdet): Hırka-i Saâdet dairesinde bir çok sakal-ı şerif vardır. Bunlardan biri altın çerçeveli ve camlı bir mahfaza içinde, diğerleri mücevherli kutularda korunmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ayak izi (Kadem-i Saâdet): Hz. Peygambere izafe edilen altı tane ayak izi vardır. Bunlardan dördü taş, ikisi tuğla nevindendir. Hırka-i Saâdet Dairesinde mermer gömme dolapta muhafaza edilen 28x12 cm. ebadındaki, som altından bir çerçeve ve kapak içinde olanı Abdülmecid zamanında Trablusgarp tarafından getirtilmiştir. Miraç yolculuğunda bastıkları taş olduğu rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mührü (Mühr-i Saâdet): Hz. Peygamber'in mührü sırayla ilk halifeler tarafından kullanılmış ve Hz. Osman (r.a.) tarafından kaybedilmişti. Bunun üzerine Hz. Osman Rasûlüllah'ın yüzüğünde olduğu gibi üzerinde kûfî hatla "Muhammed Rasûlüllah" hak edilmiş kırmızı akikten yeni bir mühür edindi. Bağdat'ta ele geçirilerek İstanbul'a getirilen yüzüğün bu olduğu sanılmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mektupları (Nâme-i Saâdet): 1850 yılında Barthelemy adlı bir Fransız tarafından, Mısır'da Ahmim yakınlarında bir manastırın kütüphanesindeki yazma bir İncil'in kapağına yapıştırılmış olarak bulunmuştur. Hz. Peygamber'e ait olduğu anlaşılınca Sultan Abdülmecid'e takdim edilmiştir. Bulunduğu yerden ıslatılarak çıkartılan mektubun yazılarında bozulmalar olmuştur. Kuruyunca biraz çeken deri eski halini alması için iki cam arasına konulmuştur. Yer yer delinmiş olan mektup 19x16 cm. ebadındadır. 627'de kıptîlerin büyüğü Mukavkıs'a yazılmıştır ve on iki satırdan oluşmaktadır.

Hz. Peygamber (s. a.s.)'in kılıçları (Süyûf-u Mübâreke): Hırka-i Saâdet dâiresinde yirmi kadar kılıç bulunmaktadır. Bunlardan sadece iki tanesi Hz. Peygamber'e aittir. Kabzalarıyla beraber kılıçlardan biri 99, diğeri 100 cm.dir. Kabzaları, kınları ve üzerindeki süslemeler sonradan yapılmıştır. Bu dairede bulunan diğer kılıçlardan biri Hz. Davud (a.s.)'a, diğerleri ise Ashaba aittir. Bunlar, Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali Zeynelâbidin, Zübeyr b. Avvam, Rasûlullah'ın kâtibi Ebu'l-Hasan, Cafer-i Tayyar, Halid b. Velid, Ammar b. Yasir ve iki sahabeye ait kılıçlardır. Bunların üzerindeki yazı ve resimler kabza ve kınları da sonradan yapılmıştır.

Hz. Peygamber'in yayları (Kemanı Peygamber): Bambu türünden bir ağaçtan yapılmıştır. 1,17 m. uzunluğundadır. Altın kaplamalı gümüşten bir mahfazası vardır.

Bunların dışında Hz. peygamber'e izafe edilen 23 cm. uzunluğunda tek bir nalın ve üzerinde onun gasil suyunun bulunduğu yazılı kırık yeşil bir şişe ve teyemmüm yaparken kullandığı rivayet edilen aslında Asur dönemine ait bir tablet olan "teyemmüm taşı" bulunmaktadır. Nalın üzerine sonradan Âyetü'l-kürsî hakkedilmiştir. Önceki peygamberlere ait eşyalardan Hz. Davud'un kılıcını zikretmiştik. Diğerleri ise budaklı bir ağaçtan yapılmış olan 1,22 m. uzunluğundaki Hz. Musâ'nın âsâsı ile, bir cins taştan oyularak yapılmış olan 20 cm. kutrundaki Hz. İbrahim'in tenceresidir.
Hz. Osman (r.a) Kur'an'ı: Hz. Ebû Bekir zamanında bir araya getirilen Kur'an sayfaları Hz. Osman zamanında mushaflar halinde istinsah edilerek eyâletlere gönderilmiş, "İmam Nüsha" adı verilen biri ise Medine'de bırakılmıştı. Hz. Osman (r.a) şehit edildiği zaman okumakta olduğu Kur'an işte buydu. Yazı karakteri o devre ait olduğunu gösteren Topkapı'daki Kur'an-ı Kerîm aynı zamanda çok önemli bir tarih vesikasıdır.

Son olarak, Hırkâ-i Saâdet Dâiresinde Hz. Fatma'ya izafe edilen bir seccâde bulunmakta ise de, 243xl55 cm. ebadındaki seccâdenin üzerindeki yazı karakterinden çok sonraya ait olduğu anlaşılmaktadır.
 

Kutsal emanetlerin geri kalan kısmı Ka'be-i Muazzama'nın yenilenen bölümleridir. Bunlar:

Altınoluk: Ka'be'nin damındaki suyun akması için yapılan oluk 2,75 m. uzunluğunda 25 cm. genişliğinde ve 31 cm. yüksekliğindedir. Sultan l. Ahmet tarafından yaptırılmış, Abdülmecid zamanında yenilenmiştir.

Hacer-i Esved Çerçeveleri: Ziyaretçilerin ellerini sürmeleriyle aşınan altın ve gümüş çerçeveler yenilenerek eskileri Hırkâ-i Saâdet Dâiresinde muhafaza edilmiştir.

Bâb-ı Tövbe Kanadı: 1,45x0,20 cm. ebadındadır. Üzerinde demir kakmalar bulunan kapının ne zaman yenilendiği belli değildir.

Ka'be Anahtar ve Kilitleri: Kabe'nin yenilenen kilitleri "Miftah Alayı" adıyla anılan merâsimle bazen Sarayburnu bazen Davutpaşa'dan alınarak özel torbalar içine konur ve Hırka-i Saâdet Dairesinde muhafaza edilirdi. Demirden altın ve gümüş kakmalı kilitler ve anahtarlar içerisinde sanat değeri çok yüksek olanlar vardır.

Mısır'ın Fethi ve Yavuz'un Hadim-ül Harameyn Olması

 

İslâmiyet’in iki mukaddes şehri olan ve bu sebeple Haremeyn diye anılan Mekke ve Medine’nin hizmetkârı anlamındaki bu unvanı ilk kullanan hükümdar Eyyûbî hânedanının kurucusu Selâhaddîn-i Eyyûbî’dir. Bu unvana ait en eski kayıt, Kudüs’teki 589 (1193) tarihli Kubbetü Yûsuf’un restorasyon kitâbesinde yer alır. Daha sonra Memlük sultanları da hâdimü’l-Haremeyn sıfatını benimsemişlerdir. Âşıkpaşazâde’nin eserinde, Mısır sultanına Osmanlılar tarafından “hâdim-i Haremeyn” şeklinde hitap edildiği belirtilir (s. 209). I. Baybars’a ait 659 (1261) ve 664 (1266) tarihli iki kitâbede, hâdimü’l-Haremeyn unvanının sonunda veya başında muhtemelen Mekke ve Kudüs kastedilerek “sâhibü (mâlikü)’l-kıbleteyn” terkibi de yer almaktaydı. Ancak Memlük sultanlarının bu unvanı zaman zaman kullandıkları anlaşılmaktadır. Osmanlılar’ın Suriye ve Mısır’ı ele geçirmesinden sonra hâdimü’l-Haremeyn unvanı Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı padişahları için kullanılmaya başlanmıştır. Sultan Selim bu unvanı, bir rivayete göre 1516 Mercidâbık zaferinden sonra Halep’te büyük camide okunan hutbede, bir başka rivayete göre ise 1517 Ridâniye zaferinin ardından Kahire’ye girdikten sonra burada kılınan cuma namazı sırasında almıştır. Bazı kaynaklarda yer alan rivayetlere göre, hutbede kendisinden “hâkimü’l-Haremeyn” diye bahseden hatibe hâdimü’l-Haremeyn demesi için müdahale eden Sultan Selim bu şekilde anılınca göz yaşlarını tutamamış, namazdan sonra hatibe ihsan ve iltifatlarda bulunmuştur (Evliya Çelebi, X, 116, 124-125; Müneccimbaşı, III, 567; Hammer, IV, 196; Ahmed Râsim, II, 338). Bir başka kaynakta da Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin Selimnâme’sindeki kayda istinaden, Yavuz Selim’in Sadrazam Pîrî Mehmed Paşa ile bir mülâkatında kendisinden hâdimü’l-Haremeyn olarak söz ettiği belirtilir (Kitâb-ı Müstetâb, s. 30).

Bu unvanın kullanılışı hakkında daha kuvvetli bir rivayet, Mekke emîrinin itaat arzetmesi ve Yavuz Sultan Selim adına hutbe okutması olayına dayanır. Mısır’daki ikameti esnasında Sultan Selim’e itaatlerini bildirmek üzere Kahire’ye gelen heyetler arasında Mekke emîrinin heyeti de vardı. Hz. Peygamber’in soyundan gelen Şerîf II. Berekât, içinde oğlu Ebû Nümeyy’in de bulunduğu bir heyet gönderip Osmanlı padişahına tebrik ve itaatlerini sunarken Kâbe’nin anahtarları ile birlikte bazı kıymetli hediyeler ve mukaddes emanetler de yollamıştı.

6 Temmuz 1517 tarihinde Kahire’de toplanan Dîvân-ı Hümâyun’da Kâbe’nin anahtarlarını ve diğer hediyeleri takdim eden Ebû Nümey Osmanlı padişahının iltifatlarına mazhar olmuştu. Yavuz Sultan Selim, Şerîf Berekât’a emirlik beratı ile birlikte değerli hediyeler de göndermiş, Kutbüddin el-Mekkî’nin rivayetine göre hediyeleri alan Şerîf Berekât padişahı överek onun adına hutbe okutmuştur. Sultan Selim bu heyetle birlikte Haremeyn halkına dağıtılmak üzere 200.000 altın ve külliyetli miktarda erzak da yollamış, söz konusu altının surre-i hümâyun adıyla her yıl, ayrıca Memlükler’in gönderdiği sadaka-i Mısriyye’nin de (erzak) Hazîne-i Âmire hesabına mahsuben eskisi gibi yollanmasını emretmişti (Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 677-678). Böylece Osmanlı padişahlarının unvanları arasına hâdimü’l-Haremeyn sıfatı da ilâve edilmiş oldu. Nitekim Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıkışı dolayısıyla Mekke emîrine gönderdiği beşâretnâmede babası Selim’in unvanları arasında “hâdimü’l-beytullah ve’l-harem”i en başta zikretmiştir (Feridun Bey, I, 500). Bu şekilde mukaddes beldeler halkının huzur ve refahının sağlanması Osmanlı padişahlarının başta gelen görevlerinden biri olmuştur.

Hâdimü’l-Haremeyn unvanı resmî yazışmalarda kullanılır, sikkelere darbedilir ve hutbelerde söylenirdi. Bu unvana sahip olmanın başlıca mesuliyeti Mekke ve Medine’yi himaye etmek, yani “hâmi’l-Haremeyn” olmaktı.

Mekke ve Medine’nin Osmanlı idaresinden ayrılmasından sonra da “halife” unvanı ile birlikte hâdimü’l-Haremeyn unvanının kullanılmasına devam edilmiştir. 1922’de saltanatın kaldırılması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından halife seçilen Abdülmecid Efendi’ye “halîfe-i müslimîn ve hâdimü’l-Haremeyni’ş-şerîfeyn” şeklinde hitap edilmiştir. Ancak 3 Mart 1924 tarihinde hilâfetin ilgasıyla birlikte bu unvan da kalkmıştır.

Hâdimü’l-Haremeyn unvanını günümüzde Suudi Arabistan kralları kullanmaktadır.

Kutsal Emanetler İstanbul’a Ne Zaman ve Nasıl Getirilmiştir?

Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden sonra (1517)  Mısır'daki nüfuzlu alimler, mimar, mühendis ve sanatkarlar ile kütüphanelerdeki kıymetleri eserler mukaddes eşya ile birlikte altın sim işlemeli bohçalara sarılı, üzerlerinde “Hâzâ muhallefâtü Resûlillah” yazılı kutsal emanetleri yüzüne gözüne sürüp “Şefaat ya Rasulallah.” diyerek bizzat mühürledi; Mekke’den gönderilen daha çok Haremeyn’e ait bazı eşyalarla birlikte deniz yoluyla İstanbul’a gönderdi. Emanetler arasındaki üzerinde aslan tasviri ve kûfi hatla “nasrun minallah” yazısı olan kırmızı renkli sancak-ı şerif başta olmak üzere, Hz. Peygamber’e ve ashaba izafe edilen bir kısım eşya ile Kâbe anahtarları, Hacerülesved mahfazası, altınoluk gibi emanetler Sultan I. Selim’den sonraki dönemde İstanbul’a getirildi.

Mukaddes Emanetler Dairesi Has Oda’da yer alan ve Yavuz Sultan Selim’in Halifeliğe geldiği onaltıncı yüzyıldan itibaren 19. yüzyıla kadar Osmanlı padişahlarına farklı tarihlerde gönderilen dinî eserlerin toplanıp sergilendiği dairedir.

Hz. Peygamber’in Hırkası da bu önemli emanetlerden sadece birisidir ve kutsal emanetlerin İstanbul’a gönderilmesi bu olaydan uzun bir süre sonraya kadar da devam etmiştir. Özellikle Vehhabi toplumunun kutsal yerlere saldırılarının inanılmaz derecede arttığı dönemlerde kutsal emanetler gibi İslam alemi için önemleri tartışılamayacak eşyalar daha iyi korunabilmeleri amacıyla Mukaddes Emanetler Dairesi’ne emanet edilmiştir.
 

Medine’deki kutsal emanetler yine aynı amaç doğrultusunda Birinci Dünya Savaşı sırasında Topkapı Sarayı’na devredilmiştir.

Onaltıncı yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına kadar toplanan emanetlerin en önemlileri arasında Hz. Muhammed’in sakalı, hırkası, Uhud Savaşı’nda kırılan dişinin saklandığı kutu, oku, kılıcı ve mektupları bulunmaktadır. Ayrıca, Hz. Muhammed’in bastığı her sert zemin üzerinde olağanüstü bir şekilde ayak izini bıraktığı efsaneleri vardır ve Topkapı Sarayı’nda saklanan altı adet ayak izi bu konuda kanıtlayıcı bir belge ve tüm İslam alemi için oldukça değerli olarak gösterilen izler olarak yer almaktadırlar. Diğer peygamberlere ve toplumuna ait olan emanetlerin arasında ise Hz. Davud’un kılıcı, Hz. Yusuf’un cübbesi, Hz. İbrahim’in tenceresi, topluma ait olan kılıçlar ve Hz. Fatma’ya ait olan hırka, seccade, gömlek ve sandığın dışında Hz. Musa’nın asası da yer almaktadır. Hz. Musa’ya bahşedilen mucizelerden bazıları bu asayla ilişkilendirilmiştir. Asasıyla bir kayaya vurduğunda kayadan su çıktığı, Firavun’a yönelttiği asasının yılana dönüştüğü ve asasını Kızıldeniz’e dokundurduğunda denizin ikiye ayrıldığı gibi efsaneler söylenmektedir.

Kutsal Emanetler Bugün Nerededir? Nerede Sergileniyor?

İslam Halifeleri olarak Kâbe’nin bakım ve onarımını üstlenen Osmanlı padişahları, Kâbe’nin içindeki altın şamdanlar, buhurdanlıklar, güladbanlar, lambalar, askılar ve Kur’an-ı Kerim kopyalarının sağlanması ve yenilenmesinden sorumlu tutulmuşlardır. Zaman içinde yenileriyle değiştirilen bu değerli nesneler Saray’a geri emanet edilmiştir. Mukaddes Emanetler koleksiyonunda bu nesnelerin örnekleri de sergilenmektedir. Bir diğer yandan, Osmanlı padişahlarının büyük bir önemle Kâbe’ye yaptırmış oldukları oluk, kapı, anahtar ve Kâbe’nin duvarında bulunan meşhur kara taş, Hz. Muhammed’in hırkası ve yine aynı şekilde Hz Muhammed’in sakalı da koleksiyonun bir diğer bölümünü oluşturmakta ve ayrı bir bölümde yer almaktadırlar. Bunların dışında koleksiyonda Kudüs’deki Taş Kubbe’nin ve Mescidi Nebevi’nin maketleri, kırmızı mühürle mühürlenmiş ve beyaz opalden yapılmış zemzem suyu şişeleri, Kur’an-ı Kerim rahleleri, Kur’an-ı Kerim’den surelerin yazılı olduğu plakalar, Kerbela’dan getirilmiş toprak, seccadeler, gümüş kâseler, gümüş saplı süpürge ve Has Oda’da kullanılan buhurdanlar da sergilenmektedir.

Topkapı Sarayı’nın Hırka-i Saadet Dairesi’nde 1517’den başlayarak halîfeliğin kaldırıldığı 1924 Mart’ına kadar tam 407 yıl bir saniye ara verilmeksizin Kur’an-ı Kerim okunmuştur. Bu görevi her biri birer saat olmak üzere yirmi dört hafız paylaşıyordu. Buranın muhafazası, başlarında rütbesi mareşal rütbesine denk olan Enderun’un has odabaşı bulunan yüksek kademesinden mezun kırk subay tarafından yürütülmekte idi. Has Oda ağaları denilen bu subaylar doğrudan Padişah’a bağlıydılar. Temizliği bunlar yapar, zaman zaman kendilerine padişah da iştirak ederdi. Toz ve süprüntüler özel bir kuyuya atılırdı.

Osmanlı padişahları her yıl Ramazan ayının 13. ve 14. günlerinde Has Oda’nın içinde bulunan çinilerin ve eşyaların gülsuyuyla ıslatılmış doğal süngerlerle yapılan temizliğine bir bir olarak katılır ve kontrol ederlerdi, seferde veya çok hasta olmaları durumunda ise yerlerine başka birini görevlendirirlerdi. Bu temizliğin ardından Ramazan ayının on beşinci günü padişah ve devlet erkânı Hırka-i Saadet’i özel bir törenle yad ederlerdi. Yavuz Sultan Selim’in Hz. Muhammed’in hırkasını Has Oda’ya getirmesiyle birlikte başlayan kırk tane Has Odalı ağanın Hz. Muhammed’in hırkası başında yirmi dört saat Kur’an-ı Kerim okuması geleneği de Osmanlı Devleti döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet ile birlikte Topkapı Sarayı müze haline geldikten sonra da sürdürülmektedir. Silahdar Hazinesi’nin ilk kısmında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen hafızlar, Kur’ân-ı Kerim okumaya devam etmektedirler.

Kutsal Emanetlerin Önemi Nedir?

Osmanlı Devleti Müslüman bir devlettir ve bu nedenle Müslümanlıkla ilgili olan her nesne veya eşya Osmanlı Devleti için önem arz etmektedir. Kutsal eşyalar da İslam alemi için önemli olduğu kadar Osmanlı için de önemlidir. Kutsal Emanetlere sahip olunması genel olarak İslam aleminde ün kazanmaya da neden olmaktadır. Aynı zamanda Kutsal Emanetler’in Türkiye’de bulunması Allah’ın kıyamete kadar bu millete Kutsal Emanetler’e sahip çıkma şerefini vermesi ile bağdaştırılmaktadır. Bir diğer yandan günümüzde Kutsal Emanetler’in Türkiye’de bulunması ilk sırada kutsal emanet İslam olmak üzere Müslüman milletlerin birliğini ve dirliğini korumak, onları aynı sancak ve bayrak altında toplamak gibi sorumluluklar da doğurmaktadır. Sonuç olarak günümüzde Kutsal Emanetler gibi değerli ve önemli bir takım eşyanın Türkiye’de bulunması hem Türkiye’yi İslam aleminin merkezi haline getirmektedir hem de Türkiye’yi bu denli önemli eşyaları barındıracak kadar önemli bir ülke konumuna getirmiştir.

Hilafet-i Ulyâ ve Kutsal Emanetler

Osmanlı Devleti, Mısır Seferinden sonra kutsal emanetleri İstanbul’a taşıyarak tüm Müslüman hükümdarların Osmanlıların Hilafet-i Ulyâ’sına tabi olmasını istemiştir.

Hilafet-i Ulyâ Nedir?

Hilafet-i Ulyâ, Osmanlı Devleti’nin Yavus Sultan Selim döneminden sonra İslam dünyasında Osmanlı egemenliğini ve üstünlüğünü kurmak üzere uyguladıkları siyasettir. Çünkü halifenin kureyşliliği anlayışına göre Kureyş ailesinden olmayanlar halife olamazdı. Osmanlı Devleti bu anlayışa karşı çıkarak Müslümanları korumanın ve siyasi güce sahip olmanın halifelik için yeterli olduğu anlayışını yerleştirmeye çalışmıştır.

Sultan Selim; daha Kahire’deyken Abbasi halifesini, Mısır’ın bazı önemli âlimleri ve sanatkârlarını, kutsal emanetler de dâhil olmak üzere İstanbul’a yollamıştır. Yavuz Sultan Selim’in buradaki asıl amacı aslında bu şekilde İstanbul’u bir hilafet merkezi haline getirmiştir. Halifelikle ilgili herhangi bir tasarrufu olmayan Yavuz için iki kutsal şehir Mekke ve Medine koruyucusu olmak hilafetten daha değerlidir. Mısır’ın ele geçirilmesiyle birlikte Yavuz’un, Şirvanşahlar Hükümdarı II. İbrahim’e gönderdiği fetihnamesinin “Büyük Hilafet” anlayışını yansıtması bakımından önemli bir değeri vardır. Sultan Selim, bu fetihnamede bütün İslam memleketlerinin kendisine itaat etmesi gerektiğini belirtmiş ve Şirvanşah’ın kendi “Hilafet-i Ulyâ”sına boyun eğmesini istemiştir. Kanuni de ardından Mekke şerifine gönderdiği yazıda, Allah’ın kendisini saltanat tahtına ve hilafet makamına geçirdiğini duyurmuştur.

Halifelik ve Hilafet nedir?

Hilafet kelimesi sözlükte “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Hilâfet kelimesi, terim olarak İslâm devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı durumuna karşılık gelmektedir. Halîfe de (çoğulu hulefâ, halâif) “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” anlamına gelmektedir ve devlet başkanı krlimrsinin yerine kullanılmaktadır. Devlet başkanlığının bir diğer adı da imâmet olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet başkanına; Resûl-i Ekrem’in vekili olarak görev aldığı ve onun adına toplumu yönettiği için halife, önder ve lider olması nedeniyle de imam denildiği görülmektedir. Hz. Ömer devrinden itibaren “emîrü’l-mü’minîn” kelimesinin halife yerine kullanıldığı ve ileri dönem kaynaklarında cemaatle kılınan namazlardaki imamlıktan ayırmak için devlet başkanlığına “imâmet-i kübrâ” (imâmet-i uzmâ) olarak seslenildiği görülmektedir. Şiî literatüründe ise imâmet terimi daha yaygın olarak görülmektedir.

Osmanlı Devleti Padişahların Halife Unvanını Almaları, Osmanlı Siyasi Hayatında Ne Gibi Değişikliklere Neden Olmuştur?

Osmanlı’nın yönetim sistemi, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne kadar monarşik bir özellik taşırken 1517’den itibaren halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle devlet yönetimi monarşik yapının yanında teokratik (dine dayalı) bir yapıya da sahip olmasına neden olmuştur. Kısaca; Padişahlar Halife unvanı alınca Osmanlı Siyasi hayata monarşik bir yönetim için teokratik (dine dayalı) bir siyasi hayata geçiş yaşanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde surre alayını gönderen ilk Osmanlı sultanı Çelebi Sultan Mehmet’tir. 1413-1421 yılları arasında iki defa surre yollamıştır. 1517 yılından sonra Haremeyn’in Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmesiyle surre alayları düzenli bir şekilde gönderilmeye başlanmıştır. Bu anlamda ilk düzenli surrenin Yavuz Sultan Selim tarafından, kendisi Kahire’de bulunurken yollandığı bilinmektedir. Osmanlı zamanında surre genellikle Kahire’den ya da İstanbul’dan gönderilmiştir. İstanbul'dan gönderilene mahmil-i hümâyun, Kahire'den gönderilene ise mahmil-i Mısrî denirdi. Surre alayları bazen Yemen ve Halep’ten de sevk edilmiştir. Genelde Mekke ve Medine’ye gönderilmekteydi. Bunun yanı sıra Kudüs, Halîlürrahman ve nadiren de Dımeşk’e (Şam’a) gönderilmiştir. Düzenlenen bu alay ile hac için yolda gerekli düzenlemelerin yapıldığı ve tedbirlerin alındığı da bilinmektedir. Hac yollarının güvenliği, hacıların konaklamalarını yapacağı yerler, hacıların gidiş yolu üzerinde bulunan su kuyularının bakımları yapılmaktaydı.

Surre Alayları

 

Osmanlı Devleti’nde surre alayını gönderen ilk Osmanlı sultanı Çelebi Sultan Mehmet’tir. 1413-1421 yılları arasında iki defa surre yollamıştır.

1517 yılından sonra Haremeyn’in Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmesiyle surre alayları düzenli bir şekilde gönderilmeye başlanmıştır. Bu anlamda ilk düzenli surrenin Yavuz Sultan Selim tarafından, kendisi Kahire’de bulunurken yollandığı bilinmektedir. Osmanlı zamanında surre genellikle Kahire’den ya da İstanbul’dan gönderilmiştir. İstanbul'dan gönderilene mahmil-i hümâyun, Kahire'den gönderilene ise mahmil-i Mısrî denirdi. Surre alayları bazen Yemen ve Halep’ten de sevk edilmiştir. Genelde Mekke ve Medine’ye gönderilmekteydi. Bunun yanı sıra Kudüs, Halîlürrahman ve nadiren de Dımeşk’e (Şam’a) gönderilmiştir. Düzenlenen bu alay ile hac için yolda gerekli düzenlemelerin yapıldığı ve tedbirlerin alındığı da bilinmektedir. Hac yollarının güvenliği, hacıların konaklamalarını yapacağı yerler, hacıların gidiş yolu üzerinde bulunan su kuyularının bakımları yapılmaktaydı.

Padişahlar nakdi yardımın yanı sıra Haremeyn’e kaftan, yiyecek gibi hediyeler de göndermişlerdir. Bunlar Mekke ve Medine’de ikamet eden seyyid ve şerifler ile bölgenin saygın kişilerine, muhtaçlara, hac güzergâhı üzerindeki bedevilere dağıtılmıştır. Bütün bunların yanında surreyle birlikte her yıl Kâbe kapısının perdesi ve kuşağı, Ravza-i Mutahhara ve sahabe kabirlerinin örtüleri gönderilirdi. Kahire’de dokunan yeni Kâbe örtüsü surre alayı ile yollanır, alayın dönüşünde de önceki örtü İstanbul’a getirilirdi. Kâbe kapısının perdesi ve kuşağının ise Kanunî Sultan Süleyman zamanında gönderilmeye başlandığı bilinmektedir.

Surre-i Hümâyûn geleneği, Araplar ile Türkler arasında bir hürmet ve ünsiyet bağı kurmuştur. İslâm toplumunun birbirleriyle kaynaşmasındaki etkisi büyüktür. Padişahların Surre gönderdikleri harem halkından tek beklentileri o mübarek yerlerde kendileri için dua etmeleridir. Hz. Peygamber’in neslinden gelen seyyid ve şeriflerin orada bulunması sebebiyle Osmanlı hükümdarları onlara karşı muhabbet ve saygı beslemiş, Haremeyn’e ellerinden gelen her yardımı yapmışlardır 

Surre alayları 1864 yılına kadar kara, 1908 yılına kadar deniz, daha sonra demiryoluyla gönderilmiştir. Surre alaylarının sonuncusu 1915 yılında gönderilmiştir. Daha sonra gönderilen alaylar toprakların kaybedilmesi ve Mekke emirinin isyanı (1916) sebebiyle yerlerine ulaşamamışlardır.

KAYNAKLAR:

https://derstarih.com/kutsal-emanetler/

https://islamansiklopedisi.org.tr/hadimul-haremeyn

https://www.ilimge.com/osmanlinin-500-yillik-kadim-gelenegi-surre-alaylari#:~:text=Osmanl%C4%B1%20Devleti'nde%20surre%20alay%C4%B1n%C4%B1,d%C3%BCzenli%20bir%20%C5%9Fekilde%20g%C3%B6nderilmeye%20ba%C5%9Flanm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.

https://harameyn.org/kutsal-emnetler

Bu sayfa 14367 kişi tarafından okunmuştur
<