RİSALE-İ NURLARIN TEKSİRLE ÇOĞALTILMASI
1940'lı yıllara kadar yanızca elle çoğaltılan Risale-i Nur Ahmed Nazif Çelebi'nin İstanbul'dan bir teksir makinesi getirtmesiyle 1946 yılından itibaren İnebolu'daki evinin bir odasında teksir makinesiyle de çoğaltılmaya başlandı. İlk olarak 7. Şua çoğaltıldı. Üstad Hz. elle yazmaya göre Risaleleri çok daha hızlı çoğaltan bu makineden çok memnun kaldı.
Daha sonra Tahiri Mutlu'nun vesileliğiyle Isparta Sav köyünde İbrahim Gül'ün evine de ikinci bir teksir makinesi konulup Risaleler çoğaltılmaya başlandı. Kastamonulu Ahmed Fuad Güven de bu makineler için büyük maddi fedakarlık yapmıştır. Daha sonra bu makine Isparta'ya Hüsrev ağabeyin evine taşındı. Hüsrev Altınbaşak'ın evi aranıp bu makineye ve basılan risalelere el konularak Afyon mahkemesinde suç iddiasına konu oldu.
Abdülkadir Badıllı vesilesiyle Urfa'ya da bir adet teksir makinesi geldi
İNEBOLU SELAHATTİN ÇELEBİ'NİN İNEBOLUDAKİ EVİNDEKİ TEKSİR MAKİNESİ

SelâhAddin Çelebi, Nur fedakârlarından Ahmet Nazif Çelebi’nin oğludur. 1913 yılında İnebolu’da doğar. Uzun yıllar Nur Risalelerine fedakârane hizmet etmiştir.

Bediüzzaman’ın “bin kalemli kâtip” sözüyle tarif ettiği teksir makinesi
Nur’un mektuplarında isminden ve hizmetlerinden bahisler vardır. İnebolu eşrafından olan Selâhaddin Çelebi, 9 Ocak 1977’de vefat etmiştir. Babası ile birlikte yaptığı Nur hizmetleri dolayısıyla baba-oğul Çelebi hanedanı olarak anılır. Bediüzzaman tarafından da “İnebolu Kahramanları”, “Nurun Kahraman Şakirtleri”, “Nurun Ehemmiyetli Şakirtleri” unvanları verilir. Üstadın ismini ilk kez 1936 Kastamonu’da duyar. Kastamonu Karadağ’da ilk olarak ziyaretine giderken babasının yazdığı 4. Şuâ (Âyet-i Hasbiye) Risalesini Bediüzzaman’a iletir. Burada Selâhaddin Çelebi’ye, “Sen de yazı biliyor musun? diye sorar. “Evet” deyince bir cümle yazdırır. “Maşaallah… Keçeli güzel yazıyorsun, sana bir Risale vereceğim, yazar mısın?” der.
“Memnuniyetle” deyince, Küçük Sözler’i verir. Babasına da 11. ve 12. Sözler’i gönderir. İşte Nur Risaleleri’nin İnebolu’ya girişi böyle olur. Bu tarihten sonra İnebolu’da yüzlerce parmak Nurlar’ı yazmaya başlar. Hizmetler devam ederken, Selâhaddin Çelebi İstanbul’da bir ticarethanede teksir makinası görür. Bu makinanın bir dakikada yüz sahife bastığını öğrenince hemen makinayı satın alarak İnebolu’ya getirir. İlk defa Nurlar’dan Yedinci Şuâ, “Kâinat Seyyahının Müşahadeleri” olan Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni teksirle çoğaltırlar. İlk nüshayı Üstad’a götürdüğüm zaman fevkâlade memnun olur ve “Ya Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevste mes’ûd kıl.” diye duâ eder. Çok sıkıntılara rağmen Risale-i Nur’a sadık bir şekilde hizmet eden Selâhaddin Çelebi’den Allah razı olsun.
İnebolu kahramanlarının önde gelen isimlerinden Ahmet Nazif Çelebi’ye ait olan ve uzun yıllar Risale-i Nur hizmetinin merkezi olarak işlev gören ev, Bediüzzaman Said Nursî Kültür Evi olarak yeniden açılıyor. Açılış yarın gerçekleştirilecek.
Ömer Özcan, 1978 ve 1998’de İnebolu’ya yaptığı ziyaretlerden sonra kaleme aldığı ve Ağabeyler Anlatıyor-2 kitabında neşrettiği ev ile ilgili yazıyı Risale Haber okuyucuları ile paylaştı.
Ahmed Nazif Çelebi ve Efsanevi Evi
Risale-i Nur hizmetlerinde İnebolu’nun sembol ismi “Ahmed Nazif Çelebi”dir. Külliyatta çok yerlerde ismi ve mektupları geçen bu kahraman ağabeyimizin yaptığı hizmetler, bilhassa teksir makinesiyle yaptığı tab hizmetleri, Üstad Bediüzzaman Said Nursi tarafından takdir ve sena ile bahsedilmektedir. Nazif Çelebi Ağabey 1891 İnebolu doğumludur. 30 Aralık 1964 tarihinde vefat etmiştir. Kabirleri oğlu Selahaddin Çelebi ile aynı kabristandadır, yakındır.
Önce 1978 yılında, sonra da 23 Temmuz 1998 tarihinde İnebolu’dayız. Nazif ağabeyi elbette ki göremedik. Onu, Onu görenler anlattı. Risalelerde isimleri geçen, 1943 Denizli hapsinde Hz. Üstad’la beraber yatmış Gülcü Hüseyin (Kuru) ve Salih Uğurtan ağabeyler; hem Nazif Çelebi’yi anlattılar, hem de dillere destan teksir hizmetlerinin yapıldığı evini gezdirdiler bizi. Ve gözlerimize inanamadık. Bu bina, o günün şartlarına göre, sanki tam bu hizmet için yapılmış lâbirent gibi bir yapı. İç içe odalar; gizli geçitler; dolaptan dolaba geçişler; karmakarışık merdivenlerden üst ve alt katlara inişler-çıkışlar... Ve teksir makinesinin bulunduğu tavan arası… Tavan arasından zemine inerken biz bile yolumuzu kaybettik. Ne yazık ki bu ev şimdi metruk ve harabe vaziyette... Sahibi de başkası… Biraz tanıtabilmek için, her cepheden fotoğraflarını çektik.

(Çoğu Ahmed Nazif Çelebi tarafından teksir edilmiş risaleler ve teksir makinesi)
NAZİF ÇELEBİ BEDİÜZZAMAN’I NASIL TANIDI...
Ahmed Nazif Çelebi, Bediüzzaman ismini daha 17 taşlarında iken duymuş ve kalbinde yer tutmuştur. 1908’de İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Hazretleri, 31 Mart hadisesinden sonra kurulan Divan-ı Harp Mahkemesinde beraat eder ve Van’a dönmek üzere yola çıkar. Trabzon’a kadar deniz yoluyla olan Van yolculuğu sırasında, İnebolu’ya da uğrar. İşte o sırada çarşıda bulunan Nazif Çelebi, Bediüzzaman’la göz göze gelir ve selamlaşırlar. Kalbi heyecan içinde çırpınır, içinden ılık bir akıntı geçer genç Çelebi’nin. İşte o gün!.. O kadarla kalmıştır. Bu hadiseyi Nazif Çelebi Ağabey Kastamonu Lâhikasında kendi kalemiyle şöyle izah etmektedir:
1908’DE BEDİÜZZAMAN’I İNEBOLU’DA GÖRDÜM
“…On yedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; 1326 (1908) senesinde Hazret-i Üstad'ın "Bediüzzaman Said-i Kürdî" lakabı altında Karadeniz seyahatinde iki hizmetkârı ile İnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu'nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi' edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve manevî nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat'iyyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.” (Kastamonu Lahikası 41)

(Nazif Çelebi ağabeyin evinin değişik cephelerden çekilmiş fotoğrafları. 23.07.1998)
1938’DE BİR SARHOŞTAN BEDİÜZZAMAN’IN KASTAMONU’DA OLDUĞUNU DUYDUM
Nazif Çelebi tam otuz sene sonra, İnebolu’da bir kahvehanede, zavallı bir sarhoştan; "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" diye, yana yakıla aradığı mürşidin Kastamonu’ya geldiğini duyar. Nazif Ağabey işin bu kısmını da Kastamonu Lâhikasında şöyle açıklamaktadır:
“…On seneden beri Cenab-ı Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, daima beş vakit dualarımda, "Ya Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" niyazında iken, bundan üç sene evvel yani hicri bin 1357 ve miladi 1938 senesinde, İnebolu'da bir kahvede, Kastamonulu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim. Dikkat ettim ve tahkik ve ta'mik ettim. Anladım ki; otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemal-i aşk ve ihlâsla sarıldım. Ve benim yegâne mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur'dur dedim."
BEDİÜZZAMAN’IN KOYDUĞU DİPNOT
Aynı sayfanın altına Risale-i Nur’un bu büyük talebesi için Bediüzzaman Hazretleri şu dipnotunu koymuştur: “Evet bazı ehl-i velayetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kabl-el vukuun inkişafıyla kerametkârane keşfettikleri gibi; Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kabl-el vuku' ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nur'a hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif'tir.”
TEKSİR HİZMETİNDE KÜÇÜK ISPARTA, ISPARTA’DAN DAHA KIDEMLİDİR
O zamanlarda bütün Türkiye’de sadece iki yerde teksir makinesi bulunmaktaydı. Birisi, Isparta-Sav’da İbrahim Gül’ün evinde, diğeri ise “Küçük Isparta İnebolu”dadır. O da “Ahmed Nazif Çelebi” ağabeyimizin evinde tavan arasında bulunuyordu. Teksir konusunda İnebolu, Isparta’dan daha kıdemlidir. Tarih itibariyle makine ile tab işi ilk önce İnebolu’da başlamıştır. Sonra Tâhirî ağabey tarafından Ispartaya da bir makine alınmıştır. Salih Uğurtan ve Gülcü Hüseyin ağabeyler, teksir ettikleri risaleleri ciltlettikten sonra, gizlice kasalar içinde gemilerle Anadolu’ya sevk ettiklerini de söylediler.
NAZİF ÇELEBİ ÇOK CELALLİ VE HAŞMETLİ BİR İNSANDI
1978 İnebolu seyahatimizde Denizli hapsinde Hz. Üstad ve Nazif Çelebi ağabeyle beraber yatan Gülcü Hüseyin ve Sâlih Uğurtan şöyle anlattılar: “Nazif Ağabey İnebolu’nun eşrafındandır. Çok celalli ve haşmetli bir insan idi. Adeta bastığı yer titrer, çarşıdan geçerken herkes hürmetle temenna dururdu. Ahmed Nazif Çelebi ağabeyimiz İnebolu da çok saygın bir insandı…” Böyle söylediler Salih ve Gülcü Hüseyin Ağabeyler.
HAYRETLER İÇİNDE GEZDİĞİMİZ NAZİF ÇELEBİ AĞABEYİN EVİ
İnebolu ziyaretimizde bizi en çok hayretlere düşüren bir şey oldu: Varlığı ve ehemmiyeti pek fark edilmediğini zannettiğim, Nazif Çelebi ağabeyin, o dillere destan hizmetlerini yaptığı evi ve bu evin özellikleri oldu.
Yıl 1978 tarihinde İnebolu’dayız. Risalelerde isimleri geçen, 1943 Denizli hapishanesi mahpuslarından Gülcü Hüseyin (Kuru) ve Salih Uğurtan ağabeyler bizi Nazif Çelebi ağabeyimizin evini gezdirdiler. Dört katlı eski bir Rum evi olan bu bina, şu anda metrûk bir vaziyette... Şimdiki sahibi de Almanya’da bulunuluyormuş.
Evi gezerken hayret hayret içinde kaldık. O zamanki baskın ve tarassutları düşünürsek, bu ev, sanki o günkü şartlara göre tam bu hizmet için yapılmış, lâbirent gibi bir yapı... İç içe odalar; gizli geçitler; dolaptan dolaba geçitler; karmakarışık merdivenlerden üst ve alt katlara inişler-çıkışlar. Ve teksir makinesinin bulunduğu tavan arası... Burası ayakta dik durulamayacak kadar alçak tavanlı. Kahraman Ahmed Nazif ağabey, ayağında tokyo terliklerle sabahlara kadar burada iki büklüm olarak risaleleri teksir edermiş. Bütün Anadolu’ya neşriyatı buradan gerçekleştirmişler, “İman tekniğe meydan okudu” sözüne masadak olmuşlar.
İşin en garip tarafı da; Bu evin karşısında o zamanın hükümet binası, onun önünde jandarma karakolu, bir bina ötedeki sokakta da polis karakolunun bulunmuş olmasıdır.
Daha da hayret verici bir înayet ise; Bu efsane bina, polis ve jandarma tarafından defalarca basıldığı, arandığı halde, teksir makinesinin kat’iyyen bulunamamasıdır. Bizi evi gezdiren Salih Uğurtan ve Gülcü Hüseyin ağabeyler bunları anlattılar bize. Yani hadiselerin içinde olanlar, yaşayanlar anlattılar.
Hakikaten makine odasının bulunması mümkün değildi. Biz dahi tavan arasından zemin kat’a inerken yolumuzu kaybettik... İnebolu’ya gidenler bu evi gezmelidirler.


(Nazif Çelebi ağabeyin evindeki odalarda ve teksir yapılan tavan arasında incelemeler yapan Ömer Özcan. 23.07.1998)
ISPARTA SAV KÖYÜ İBRAHİM GÜL'ÜN EVİNDEKİ TEKSİR MEKİNESİ
Beş yüz haneli Sav Köyü’nün Risale-i Nur tarihindeki yeri altın harflerle yazılsa yeridir.
Teksir makinesinin gece gündüz fabrika gibi çalıştığı ve öncesinde bin kalemle Risale-i Nur’un elle yazıldığı Sav Köyü, her dönemde cesaretini, ihlâsını ve fedakârlığını fark atarak ortaya koyar.
Isparta’da Risale-i Nur Külliyatı’nı Osmanlıca basmak için teksir makinesine yer aranır; ancak bulunmaz. Korkunun ahtapotun kolları gibi memleketin her kılcal damarlarına uzandığı zor bir zamanda İbrahim Gül teksir makinesinin kurulması için evinin kapılarını açar. Teksir makinesi 1953 yılında Tahir Mutlu tarafından İstanbul’dan alınır ve Isparta’ya getirilir. Tahiri Mutlu üç yıl sürecek bu zorlu teksir hizmetinin başında yer alır. Teksir makinesi İbrahim Gül’ün evine kurulur ve Sav Köylüleri büyük bir samimiyetle gece gündüz demeden vardiyalı bir şekilde Risale-i Nur’u teksir ederler. Daha sonraki günlerde ise teksir baskılarının aksamaması için Tahiri Mutlu 15-20 günde bir İstanbul’a gider mürekkep ve yüzlük koliler halinde teksir kâğıtları alıp Isparta’ya getirirdi. Teksir kâğıtları Isparta’da Rüştü Çakın’ın dükkânının ardiyesinde depolanır. Sonra her gün Isparta’ya eşekleriyle alış verişe giden Sav Köylüleri köylerine geri döndüklerinde dikkat çekmeden heybelerine birer paket teksir kâğıdı koyardı. Teksir kâğıtları Sav Köyü’ne gizlice getirilip Tahiri Mutlu veya Mustafa Gül’e teslim edilirdi. Bu sistem böylece üç yıl boyunca aralıksız devam etti. Risale-i Nurlar önce Hüsrev Altınbaşak tarafından mumlu kâğıda yazılır ve ardından mumlu kâğıtlar teksir makinesinde baskıya geçerdi.
Baskıdan birkaç sayfa çıktıktan sonra kâğıtlar Bediüzzaman Hazretleri’ne götürülür ve tashihi yapılırdı. Tashihten sonra kâğıt yeniden teksir makinesine takılır, kaç sayfa çıkarılacaksa ona göre makinenin kolu Şükrü Efe tarafından o sayfa kadar çevrilirdi. İstenilen sayıda teksir çıktıktan sonra kitabın sayfaları ayrı ayrı yere dizilir, sonradan kâğıtlar sayıya göre üst üste konurdu. Teksir işi bittikten sonra kâğıtları toplama işleri başlar, bu iş için de akşamdan köy evleri gezilir ve tasnif var diye köylülere haber verilirdi. Köylülerden guruplar oluşturularak imece usûlüyle birden ona kadar bir grup, ondan yirmiye kadar başka bir grup, yirmiden otuza kadar ise farklı bir grup olarak devam edilerek kâğıtlar bir araya toplanırdı. Kâğıt toplama işlemi bittikten sonra kâğıtlar bir daha dikkatli bir şekilde tekrar sayılır ve tasnif işi biterdi.
Nüshalar ciltlenmek üzere sarılıp paketlenerek iple bağlanırdı. Böylece her bağlı paket bir kitap haline gelmiş olurdu. Bu bağlanmış paketler Isparta’ya eşeklerle pazara giden köylüler tarafından Rüştü Çakın’ın ardiyesine götürülürdü. Oradan da İstanbul’a nakliye ambarları vasıtasıyla gönderilirdi. İstanbul’da ciltlenecek kitaplar Cuma günü akşamına kadar bekletilirdi. Ciltçi Halil Çilingir Cuma gecesinden iş yerini kapatıp Cumartesi ve Pazar günleri ciltleme üzerinde çalışırdı. Pazartesi sabah saat 7.30’da kitaplar ciltlenip hazır hale getirilirdi. Ciltçi Halil Çilingir kitapları koliler içinde dükkânın önüne bırakır, Nur Talebeleri de söylenen saatte gizlice kitapları oradan alırdı. Kolilerdeki kitaplar İstanbul’dan aynı dikkat ve gizlilik içinde Isparta’ya gitmek üzere nakliye ambarına verilirdi. Kitaplar Isparta’ya geldiğinde bir baskınla yakalanmasın diye farklı kişilere teker teker dağıtılarak saklanırdı. Bir kısmı da ihtiyaç olan yerlere gönderilirdi.
(Kaynak: İhsan Atasoy, ‘Kulluğun İçinde Bir Sultan Tahiri Mutlu’)
***
Teksir makinesi alındı. Hüsrev Efendi en îtimatlı bizim köyü buluyordu. Köyümüz umumîdir elhamdülillah. İçimizden bir fâsık, aleyhimizde bir şahıs çıkmadı. Umum Savlılar, risaleleri kabul etmiş durumdadır. Kadın-erkek, genç-ihtiyar umumen bin kalemle herkes faaliyette. Teksir makinesi, İbrahim Gül’ün evinde idi, teksir orada yapılırdı. Teksir zamanı biz yirmi yirmi beş kişi dizilir, kâğıt mürekkebi henüz emmediğinden mürekkep dağılmasın diye çıkanı hemen birimiz kapar, kurusun diye çaktığımız çıtalara asardık. Bazı kâğıtlar âdi çıkar bizi çok uğraştırırdı. Kolu çevirdikçe çıkan kâğıtları sırayla kapıp sererdik kurusun diye. Teksir işi üç-dört sene onun yani İbrahim Gül Ağabeyin evinde Sav’da devam etti. …

Isparta'nın Sav köyünden merhum İbrahim Gül, yakın tarihlerde emsali görülmemiş en acımasız, en şiddetli takip ve tarassudatın yapıldığı karanlık bir dönemin, nurlu kahramanıdır.

1947'den itibaren, Said Nursi hazretlerinin lâtif tabiriyle "Bin kalemli Nurcu" olan teksir makinesi, onun evinde kuruluydu. Gizlice, kol kuvvetiyle, teksir edilerek çoğaltılan Risale-i Nur nüshaları, iman Kur'an hakikatlerine susamış muhtaç gönüllere bu evden yetiştiriliyordu.
Bütün baskılara rağmen, Allah'ın inayeti ile hiç kimse bulamadı bu gizli makineyi. Bulunsa mı? Evin sahibi hemen hapishaneye, hem de çoluk çocuğuyla hapishaneye… Evin sahibi İbrahim Gül… Çoluk çocuğu başta mübarek zevcesi Dudu annemiz ve çocukları Esma, Mustafa, Zeliha... Üç odalı evin sadece birisi onların. Diğer ikisi Mustafa Gül, Tahiri Mutlu, Ali İhsan Tola, Efe Şükrü, Mehmet Tulum, Mehmed Soylu gibi Isparta Kahramanları ve yardımcılarına bırakılmıştı… Deli(!) Şükrü de (Altuğ) hariçten getir götür posta işlerini üstlenmişti…
İbrahim Gül'ün adı Emirdağ Lâhikası'nda şöyle geçer:
"'Aziz, sıddık kardeşlerim! Ben size bugün mektup yazacaktım. Ziyade rahatsızlığım sebebiyle telâşta iken, aynı dakikada Mustafa Gül ve İbrahim Gül geldiler. Hem bana ilâç, hem teselli, hem büyük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşimi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip sair şeylerimi de size beyan etsinler. Said Nursî' (Emirdağ Lâhikası-II,56)
İbrahim Gül 1 Temmuz 1892 tarihinde Isparta'nın merkez köylerinden Sav'da doğmuştur. 7 Ağustos 1956 tarihinde Sav'da vefat etmiştir. Sav şimdi kasabadır. Vefatından bir hafta önce Said Nursi hazretlerinin kendisine bir ziyareti var. Hüzün ve müjdenin bir arada yaşandığı bu görüşme çok dokunaklı…
Kimlik bilgilerini kızı tarafından torunu olan İbrahim Civa ağabeyimizin yardımıyla temin ettim. Erken vefatından dolayı Savlı ağabeyler bir fotoğrafını bulamadılar şimdilik.
Hasan Kurt Anlatıyor:
1920 senesinde Isparta'nın Sav köyünde doğdum. Risale-i Nur'un bin kalemle yazıldığı Sav köyünde, o ceberut dönemlerin içinde bulunmak bize de nasip oldu. (Okunacak hatıralar 1993 yılında kaydedilmiştir. Hasan ağabey 2010 senesinde vefat etti. Ö.Özcan)
O ZAMANLAR EVİNDE TEKSİR MAKİNESİ BULUNDURMAK CESARET MESELESİYDİ
Sav köyünde teksir makinesi İbrahim Gül'ün evindeydi, teksir orada yapılırdı. Teksir zamanı biz 20-25 kişi dizilir, kâğıt, mürekkebi henüz emmediğinden mürekkep dağılmasın diye çıkanı hemen birimiz kapar, kurusun diye çaktığımız çıtalara asardık. Bazı kâğıtlar âdi çıkar, bizi çok uğraştırırdı. Kolu çevirdikçe çıkan kâğıtları sırayla kapıp sererdik kurusun diye...
Teksir işi yıllarca İbrahim Gül ağabeyin evinde devam etti. O zaman Tahiri Mutlu, Ali İhsan Tola ağabeyler bulunur, bazen de Vahşi Şaban Akdağ ağabey gelirdi. Bizim Sav'dan da, Tahiri Ağabey kaç kişi bulunsun derse, ona göre bulunulurdu. O zamanlar evinde teksir makinesi bulundurmak cesaret meselesiydi. Duysalar hemen hapishaneye, hem de çoluk çocuğuyla hapse atarlardı. İşte o çok korkulu günlerde mübarek İbrahim Gül ağabey, o cesareti gösterdi, teksir makinesi onun evine kuruldu. Evinin üç odası vardı. Bir odasında kendisi ve ailesi durur, diğer iki odasında da risaleler teksir edilirdi. Bu, senelerce devam etti.
BEDİÜZZAMAN SAV KÖYÜNE GELDİ HEM HÜZÜNLÜ HEM SEVİNÇLİ ANLAR YAŞANDI
Üstad'ın zahir bir kerametini anlatayım:
Mustafa Gül ve Hafız Mehmet Gül'ün amcaoğulları İbrahim Gül ile alâkalı müjdeli bir hatıradır… (Hasan Kurt ağabey bu hüzün yüklü hatırayı anlatırken hem ağladı, hem de bizleri ağlattı. Ö.Özcan)
Sonradan, ileriki senelerde (1956) İbrahim Gül ağabey ağır hastalandı, mübareğin karnında su birikmişti. Hatta bir gün evine geldim, baktım çok ağır hasta. Başını böyle sallıyor. Tahammül edemeyecek vaziyette; müsaade istedim, ayrıldım.
Sabahleyin evden çıktım, baktım Üstad'ın taksisi mescidin önünde. Hemen koştum, vardım arabaya. Meğer Üstad, İbrahim ağabeyin vefat edeceğini manen görmüş, müjdeye gelmiş... Baktım Hüsrev ağabey, Üstad'ı arabadan çıkarmış... Hüsrev ağabey önde, Üstad geride duruyorlar. Bahardı galiba, Mayıs ayı (doğrusu Haziran sonları) olabilir… Üstad her yere giderken yorgana bürünür giderdi, yine arkasında yorgan bürülü...
Hüsrev ağabey bana: "Kardeşim Hasan! Üstad'ımız, İbrahim Onbaşı (Gül) ile, Mustafa Gül'ü ziyarete geldi, taksi çıkmaz diye burada iniverdik, Mustafa Gül'ü buraya kadar çağırıver" dedi. Halbuki araba oraya çıkardı. Hemen Mustafa Gül ağabeyin evine koştum. Ailesi çıktı: "O, filan tarlaya gitti, 1,5 saat sürer" dedi.
Hüsrev ağabeye aynısını söyledim, "İbrahim Onbaşı'yı çağır gel" dedi.
"Akşam ziyaretine vardım ağır hasta, konuşmaya vakti yok" dedim.
"Çok mu ağır hasta? Bizim geldiğimizi söyle, belki gelebilir" dedi. Ben de çağırmaya gittim. İbrahim Ağabey beni görünce,
"Oğlum Hasan, sen misin? Konuşmaya vaktim yok." dedi.
"Ama sana bir müjdeyle geldim; Üstad Hazretleri gelmiş, seni bekliyor' dedim.
"Ne! Nerede?" dedi, mübarek hemen kalktı, "Tut kolumdan" dedi. Bastonu eline verdim, koluna girdim.
Üstad'ımız, İbrahim Onbaşı'yı görünce bağırarak:
"İbrahim Onbaşı! Sîman ne diyor, biliyor musun?"
"Bilmiyorum Üstad'ım! Her şeyi sen öğrettin, biz ne biliyoruz ki zaten…"
"Ben Cennete gidiyorum! Ben Cennete gidiyorum! Ben Cennete gidiyorum! İşte senin sîman böyle diyor" dedi Üstad'ımız.
İbrahim Ağabey, "Senin gibi zatlar müjde ederse bana ne mutlu, çok şükür, bin şükür!" dedi. Neyse yanaştı, Üstad'ın ellerini öptü.
Üstad: "İnşaallah, Cenab-ı Hak sana öyle kasırlar saraylar hazırladı ki, hibe ettiğin, hizmette kullandığın odaların kaç katını Cenab-ı Hak Cennet'te hazırladı, orada göreceksin…"
"Senden Allah razı olsun Üstad'ım! Bizi dalâletten sen kurtardın. Senin bu müjden bana yeter gayrı…" dedi.
Üstad: "Götür kardeşim, yatsın yatağına" dedi.
Bir pazartesi günü bu hal oldu, ertesi pazartesi toprağa düştü mübarek... Meğer Üstad, vefat edeceğini hissetmiş, ona müjdeye gelmiş.
NOT: İbrahim Gül ağabey 7 Ağustos 1956 tarihinde vefat ettiğine göre, Hz. Üstad'ın Sav köyüne geliş tarihi 1956 Temmuz'unun son günleri olmuş oluyor.
Abdülkadir Zeybek Anlatıyor:
İbrahim Gül benim annemin amcasıdır. Onun evinde çok risale teksir edildi. Ev üç odalıydı. İbrahim Gül amcam odanın birini ailesine, diğer ikisini de teksir işlerine ayırmıştı. Dudu halamlar o tek odada kalırdı.
DUDU ANNE GİZLİ KAHRAMANDIR
İbrahim Gül'ün iki kızı bir oğlu vardı. Büyük kızı Esma, Oğlu Mustafa, küçük kızı da Zeliha'dır. Benim çocukluk arkadaşım Mustafa, Risale-i Nur'dan çok yazardı. Askerde iken hasta oluyor, tebdil-i hava için Sav'a geldi ve vefat etti. İbrahim Gül amcamın hanımının adı Dudu idi. Dudu anne gizli kahramandır. Eğer onun müsaadesi olmasa teksir makinesi evlerine girebilir miydi? Giremezdi... Hepsi de vefat etti...
Makineyi daha çok Ali İhsan Tola kullanırdı. Ben de çok bulundum o evde. Amcam Mustafa Gül de teksir ederdi. Şükrü Kazak da öyle... Ona Sav'da Efe Şükrü derlerdi. Mehmet Tulum, Mehmed Soylu da vardı teksir işlerinde... Rahmetli Deli(!) Şükrü (Altuğ) vardı, ayağına bir çarık geçirir, teksir edilen risaleleri Isparta'ya falan dağıtırdı. Kimse şüphelenmezdi ondan.
İBRAHİM GÜL
İbrahim Gül Risale-i Nur'un neşrine büyük katkı sağlamış teksir makinesine evini tahsis etmiş Savlı bir nur talebesidir. Teksir işi 3-4 sene evinde devam etmiştir. Risale-i Nur'a çok hizmet etmiş Gül ailesinin büyüklerindendir. Vefatından 1 hafta önce Üstad ziyaretine gelip gördüğü hizmetleri takdir edip ahiretteki mükafatlarıyla ilgili müjdeler vermiştir
Doğum Yeri ve Tarihi: Sav, Isparta, 1892
Vefat Yeri ve Tarihi: Sav, Isparta, 1956
Kabrinin Yeri: Sav köyünün üst tarafındaki mezarlık

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri
Üstad ile hayattayken görüşmüştür.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Ben size bugün mektup yazacaktım. Ziyade rahatsızlığım sebebiyle telaşta iken, aynı dakikada Mustafa Gül ve İbrahim Gül geldiler. Hem bana ilaç hem teselli hem büyük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşimi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip sair şeylerimi de size beyan etsinler.
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Kanaatim geliyor ki bu sıralarda biz Zülfikar’ı ve Asâ-yı Musa’yı pek çok teksir etmeye mecbur olduğumuz hengâmda ve temiz olmayan matbaacılar dahi çekinmeleri aynı zamanda bu acib makine kolayca elimize verilmesi, o iki mecmuanın makbuliyetine bir işaret-i gaybiye ve inayet-i İlahiyenin bir hârika ikramıdır ve Nurların kerametidir.
Evet, bir âdi mektubum için “Kim yazmış?” diye sekiz defa bana resmen sıkıntı ve eziyet verildiği aynı zamanda, sekiz yüz sahifeyi bin beş yüz nüshaya ve bir milyon sahifelere çıkaran o makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir kâtiptir. Onun için bazı sahifeleri sönük çıksa zarar yoktur. Parlak kısmı, bize şimdilik yeter. İyi okunmayan kısmı ayrı yapılsın; sonra elmas kalemliler, her biri bir iki nüshayı ıslah etsin.
Bir zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit, arabacılar telaş edip dediler: “Bizim sanatımız bozuldu.” Halbuki şimendiferin gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından faytonculuğa iki kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşâallah onun gibi Nur yazıcıları değil tevakkuf belki daha ziyade yazı ile defter-i a’mallerine hasenat kaydedecekler.
ABDULKADİR BADILLI AĞBEYİN URFA'DA TEKSİR MAKİNESİ
Hizmete Girdim
"Urfa'da iki sene medresede Abdullah Ağabeylerle beraber kaldık. Avcılığı bıraktım, av tüfeğini sattım. Bu arada eski bir teksir makinesi alıp Urfa'da bazı risaleleri yazmak ve pek çok yerlerle muhabere ettiğimizden lâhika mektuplarını kolaylıkla neşretmek için hizmet görmek fikri ortaya çıktı. Benim de annemden kalan 40 kadar koyunum vardı. Hemen satıp bir teksir makinesi alalım dedim. Koyunları sattık. Bin beş yüz küsûr lira tutmuştu. Teksir makinesini almak için İstanbul'a gitmek icabetti. Giderken yine Üstada uğrayıp hem ziyaret etmek, hem de Üstadımızla istişare etmek lâzım geliyordu. Daha doğrusu ben böyle arzu ediyordum."
Üstadı İkinci Ziyaretim
"1955 senesinin tahminen Eylül Ekim aylarında, Isparta'ya revan oldum. Bir iki gün sonra Isparta'ya vasıl oldum. Bu defa Hz. Üstad Isparta'da değildi. Barla'da olduğunu söylediler. Nuri Benli Ağabey bana 'Gitme' dedi. 'Her gideni yakalayıp taciz ediyorlar.' Sonra Rüştü Çakın Ağabeye uğradım, ona arzettim. O dedi, 'Sen durma git.' Zaman ikindi zamanı idi. Doğru Eğirdir'e gittim. Pazar günüydü. Hiçbir vasıta Barla'ya gitmiyordu. Çilingir Ali Ağabeye dedim, ne yaparsan yap mutlaka gideceğim. 'Hususi bir şey bul' dedim. Çilingir Ali Ağabey çıktı. Yarım saat sonra geldi. 'Müjde' dedi. 'Bir motorlu kayık tuttum, hadi kalk.' Motorluya binerek bir saat sürmeden Barla'nın sahiline ulaştık."
"Deniz (göl) kenarında harmancıların yanına gittim. Onlara söyledim. Hepsi dost ve Üstada muhib idiler. Dediler: 'Bizim hanımlar saman götürecekler. Onlarla gidersin, hiç kimse görmez.' Beraber hayvanlarla Barla'ya doğru gittik. Hanımlar gayet mestûre idiler, konuşmuyorlardı. Köye vardığımız zaman 'Kardaş!' dediler. 'Biz şimdi Üstad Hazretlerinin evinin önünden geçeceğiz. Evini sana göstereceğiz ve geçeceğiz.'"
"Üstad Barla'da esas evinin üstünde başka bir evde kalıyordu. Kapıyı çaldım, Zübeyir Ağabey çıktı. Konya Ereğli'sinden biraz elma almıştım. Elimden aldı ve 'Hoş geldin kahraman kardaşım!' deyip beni kucakladı. İçeri girdik. Yan odalardan birisine geçtik. Güneş batmak üzereydi."
"Üstad Sıddık Süleyman'a ders veriyordu. Zübeyir Ağabey dedi ki: 'Üstad dersini bitirsin, sonra yanına gireriz.' Üstad dersini bitirdi, sonra abdest aldı. Zübeyir Ağabey, 'Gel kardaşım, Üstada gidelim.' dedi. Tam o sırada abdestini bitirmiş, havlu ile siliniyordu. Ziyaret etmek istedim. Havluyu bana uzattı. Ben de havluyu öptüm, yüzüme sürdüm. 'Niye geldin?' dedi. 'Efendim ben yalnız sizin için gelmedim.'. diye zevahiri kurtarmak için bir tevil yaptım. 'Peki ya niye geldin?' dedi. 'Teksir makinesi almak için İstanbul'a gidiyordum da.' dedim. 'Sen 1500 fedakârlık yapıyorsun ama, teksir edeceğin risalelerin sıhhatine azamî dikkat etmek lâzımdır.' 'İnşaallah efendim' dedim. 'Peki kardaşım' dedi. Biz öbür tarafa geçtik."
"Akşam namazından sonra bana bir miktar hususi yemeğinden göndermişti. Onu yedim. Yatsıdan sonra yorganını bana gönderdi. O gece o mübarek yorganında yattım. Sabahleyin namazdan epey sonra ders için bizleri çağırdı. Gittik. Halka halinde oturduk. Hepimiz okuduk. Kendisi de okudu. Zübeyir Ağabey, hediye getirdiğim o elmayı, Antep'ten aldığım baklavayı kendisine arzetti. Kemâl-i samimiyetle alakâdar oldu. Açtırıp baktı. Şaka ederek merhum Ceylân ve Hüsnü'ye 'Ben bunu size yedirmeyeceğim.' dedi. 'Ben bunu bin altun lira kadar kabul ettim. Fakat kaideme göre bunun iki bedelini vereceğim. Kaça aldın bunları?' dedi. Ben o anda ne diyeceğimi şaşırdım. Hemen Hüsnü Ağabey dedi ki: 'Efendim! Hepsini iki buçuk liraya almış.' 'Madem öyledir, yalnız bir kat fiyatını vereceğim.' dedi ve çıkarttı verdi, ben de aldım."
Teksir Makinesine Çok Memnun Oldu
"(Üstad Hazretleri) teksir makinesinin alınıp hizmet-i Nuriyede istimaline dair teşebbüsümüze çok memnun oldu ve çok dua etti. 'İnşaallah bu teksir makinesi ileride Urfa'nın âlem-i İslâma ilim hakikatını neşreden bir merkez halini almasına vesile olacak. Bütün Nurları neşir için sana izin veriyorum.' dedi ve şahsım hakkında iltifatkâr bazı şeyler söyledi."
KAYNAKLAR
http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=9221&ctgr_id=91
http://nurpedia.org/wiki/%C4%B0brahim_G%C3%BCl
http://nurpedia.org/wiki/Teksir_Makinesi
https://sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/abdulkadir-badilli
https://husrevaltinbasak.info/savli-hasan-cavusun-hatiralari/
https://www.yeniasya.com.tr/misbah-eratilla/sav-koyu-ndeki-teksir-fabrikasi_485235#:~:text=Be%C5%9F%20y%C3%BCz%20haneli%20Sav%20K%C3%B6y%C3%BC,fedak%C3%A2rl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1%20fark%20atarak%20ortaya%20koyar.