Duyurular

Taif'in Üzüm Bahçesinde İslam'a Davet

Taif'in Üzüm Bahçesinde İslam'a Davet

 

Tâif şehri, Hicaz bölgesinde, Mekke’nin 120 km doğusunda, Sarât dağları silsilesi içindeki bir platoda, 1630 m. yükseltide, üzüm bağları, kayısı ve nar bahçeleri ile meşhur bir şehirdi. Etrafı surlarla çevrili olduğu için Tâif adını almıştı. Burada Efendimiz’in (sav) anne tarafından akrabaları yaşıyordu.

Rasûlullah (sav) davasını Mekke’nin dışına taşımak ve müşriklerin uyguladıkları kötü muamelelerden, Müslümanların kurtulacağı bir yer bulmak umuduyla Taif seferine çıkmıştır.

Şevval ayının son günlerinde (Ocak 620) Mekke’den gizlice ayrılan Efendimiz, yürüyerek geldiği Tâif’te on gün (başka bir rivayete göre bir ay) kaldı. Bu süre içinde Tâif’teki tüm kapıları çalıyor, insanları Lât’a değil Allah’a kul olmaya çağırıyor, onları cehennem ateşinden kurtulmaya ve ebedi cennet yurduna kavuşmaya davet ediyor, İslamiyet’i tebliğ ediyordu.

İslâm’ın yüce davetçisinin samimi ve sevgi dolu çağrısına Tâif’te hiç kimse kulak vermedi. Aksine, şehrin liderleri Peygamberimizin gençleri ikna etmesinden, dolayısıyla sömürü düzenlerinin tehlikeye girebileceğinden endişe duydular.

Peygamber Efendimiz (sav) şiddetli hakaretlere, çirkin iftiralara maruz bırakıldı. Beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar. Resûl-i Ekrem, bu âdice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. 

Allah Resulü sav Taif halkindan taşlanmaya maruz kalip ilk sığındığı Hz Addas’ın bağında biraz dinlenip sükûn bulduktan sonra, yarasını temizleyip abdest almış, ardından o dönem kayalık bir yer olan bu yerde de iki rekat namaz kılmıştır. 

Allah Resul’ü sav burada bulunan bir kayaliğa kolunu yaslamasi sonucu efendimizin sav kolunun izinin tasa ciktığı rivayet edilir.Diğer bir rivayet de Peygamberimiz sav namaz kılarken atılan taş ona zarar vermemek için kendini büzüp dirsek şeklini alması da rivayet edilmektedir. Şuan halen kayalıkların etekleridir.     

Peygamberimiz sav kıldığı Namazın sonunda Rabbine sunduğu münacat ise, Rububiyet-ubudiyet ilişkisinin tarifsiz bir örneğidir.

Meali dahi insanı huşû ve huzûa getiren bu münâcatta, Nebiyy–i Zîşan (SAV), bir ‘abd-i aciz’ olarak Kadîr-i Rahîm’e şöyle seslenmiştir:

“Yâ Allah! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halk nazarında hakîr görülüşümü sana arz ve şikâyet ediyorum.

Yâ Erhamu’r–Râhimîn! Sensin zayıf düşenlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim!

Sen beni kime bırakıyorsun? Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan kimselere mi? İşimi eline verdiğim düşmana mı?

Eğer Senden bana karşı bir azap yoksa, hiç gam çekmem.

Senin af ve mağfiretin, benim için, gazabından daha geniştir.

Senin üzerime gazab indirmenden, yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, Senin karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Vechinin Nuruna sığınırım!

Herşey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet de Sendedir, Senin Elindedir!”

(Amin...)

****

 

Hz. Peygamber bu zor anlarında rabbine sığınıp teslimiyetini ifade etmiş, onun rızâsını ve yardımını talep ederek şöyle duâ etmiştir:
Allah’ım!
Kuvvetsiz ve çaresizliğimi, halk nazarında küçük düşürülmüş olmamı ancak sana arz ve şikâyet ederim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Sen sıkıntı ve zulüm altında ezilenlerin rabbisin. Sen benim rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun! Bana sert ve kötü davranacak yabancıya mı, yoksa mukadderatıma hâkim olacak düşmanlara mı?
Gerçekte üzerime çöken bu musibet şayet senin bana karşı bir gazap ve öfkenden kaynaklanmıyorsa ben bunu dert edinmem ve gönülden katlanırım. Fakat senden gelecek bir himaye ve koruma benim için her zaman daha hoştur.
İster bu dünyada, ister ahirette her işi nizama sokan ve karanlıkları aydınlatan senin ilahi nuruna sığınıyorum.
Allah’ım!
Senin öfken ve gazabından yine senin merhametine sığınıyorum. Sen razı oluncaya kadar af diliyorum.
Tevbe ve niyaz yalnız sanadır.
Gerçek kuvvet ve kudretin kaynağı ancak sensin Allah'ım!
 ”

**

Bağın sahipleri  Mekke'nin ileri gelenlerinden,  kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti. Peygamber Efendimiz’i (sav) ve Zeyd bin Haris’i (ra) bağlarında görüp, Köleleri Addas (ra) ile iki salkım üzüm gönderdiler. Peygamber Efendimiz (sav) üzümü yemeden önce BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM çekti. Üzümü getiren Köle Addas (ra) Hiristiyan idi. Besmele’yi işitince şaşırdı.

Addas (ra): “Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle bir söz duymadım. Bu nasıl sözdür?” dedi.

Resulullah (sav): “Sen neredensin?” buyurdu.

Addas (ra): “Ninovalıyım” dedi.

Resulullah (sav): “Yunus aleyhisselam’ın memleketindenmişsin” buyurdu.

Addas (ra): “Sen Yunus’u nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez” dedi.

Resulullah (sav): “O benim kardeşimdir. O da, benim gibi peygamberdi” buyurdu.

Addas (ra): “Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, Sen Allah’ın Resulüsün,” dedi ve Müslüman oldu.

**

Addas’ın Hz. Peygamber’e (sav) ikramda bulunduğu  ve dahi Addas’ın İslam ile sereflendigi  bu bahçeye Peygamber Efendimizin anısını yaşatmak için  Osmanlı döneminde yapılan mescit, “dirsek” anlamına gelen “Al Kou”  veya   burada bir süre durması sebebiyle "Mescidi Mevkif" adı da verilir.   Kuu Mescidi yaklaşık 200 m mesafede bulunmaktadır.

**

Addâs Musul civarındaki Ninevâ şehri halkından bir Hıristiyan olup Mekke'nin ileri gelenlerinden Şeybe b. Rebîa ve kardeşi Utbe'nin kölesiydi. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İslâmiyet'e davet için gittiği Tâif halkından eziyet görünce Şeybe ve Utbe'nin bağına sığınmıştı. Addâs burada efendilerinin emriyle bir tabak üzüm sunduğu Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le konuşma imkânı bulmuş ve onun peygamberliğini kabul ederek müslüman olmuştu. Mekke müşrikleri Bedir Gazvesi için hazırlık yaparken Addâs'ın Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı savaş-mamaları konusunda efendilerine yalvardığı, bununla birlikte müşrikler safında bu gazveye katıldığı ve sağlam olarak geri döndüğü bilinmektedir. Addâs'ın nerede ve ne zaman öldüğü hakkında bilgi yoktur.

Addâs'ın Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ikramda bulunduğu bu bahçeye sonraki dönemlerde bir mescid yapılmıştır. Mescid-i Addâs eski adı Vec vadisi olan Tâif’in Mesnâ bölgesinde modern mimarisiyle hâlâ ayaktadır. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Addâs’ın hâtırasını yaşatmak için yapılan bu mescidin çevresi ilk dönem tarih ve coğrafya kitaplarında vasfedilen özelliklerini günümüzde de sürdürmektedir.

Kaynak: Diyanet Kutsal Topraklar Rehberi

Mescid-i Addas, eski adı Vec vadisi olan Taif’in Mesna bölgesinde modern mimarisiyle hâlâ ayaktadır.

 

"Mescid-i Addas (Addas Mescid-i)"  adını taşıyor.

 

Kaynak:

1. Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi, I, 34: İrfan Aycan, ‘Sakif Kabilesi ve Taif Şehrine İslam Tarihi Açısından Bir Bakış,’ AÜİFD, Ankara 1993, XXXIV, 217: Mustafa Sabri Küçükaşçı, Tâif, DİA, XXXIX, 443.

https://www.zaferdergisi.com/makale/11626-taifin-uzum-bahcesinde-islama-davet.html

 

 

Bu sayfa 2343 kişi tarafından okunmuştur
<